"Risale-i Nur, Kur’an’ın yüzde doksanı olan iman ayetleriyle meşgul." Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

18.01.2022


Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, 15 Ocak Cumartesi günü Vefa'daki vakıf merkezinde "İslâm'ı Tebliğde Bediüzzaman Modeli" sunumunu gerçekleştirdi.

Sunumuna Bediüzzaman'ın İşarat-ül İ'caz kitabından alıntı yaparak başlayan Akgündüz, "Kur’an’ı Kerim'deki temel unsurlar dört tanedir: Tevhid, haşir ve ahirete iman, Nübüvvet, hukuk ve ibadettir" Dedi ve ardından "Kur'an tefsiri iki kısımdır. Biri lafzi, biri manevi tefsirdir. Bediüzzaman, metodunda manevi tefsiri tercih etmiştir." ifadelerini kullandı.

Bediüzzaman'ın kullandığı metodun diğer alimlerin metodlarından neden daha etkili olduğuna bir hatırasıyla örnek verdi:

"Risale-i Nur üzerine yazılan bir makaleyi okuyan Hollandalı bir genç bize şu soruyu sordu: “Müslüman olmak için tek bir sorum kaldı. Bütün papazlar ve hahamlar dinin olduğu yerde bilim olmaz diyorlar. Sizin inancınız bu konuda ne diyor?" Biz Yirminci Söz’ün İkinci Makamı'nı ona tavsiye ettik. Sonra geldi Müslüman oldu ve şuanda Harvard üniversitesinde "Din bilime aykırı değildir." konferansları veriliyor."

Seminere diğer bir metodla devam eden Akgündüz,

"Bediüzzaman’ın tebliğ metodlarından biri de Müsbet harekettir. Emirdağ Lahikası'ndan bir parçayı burada örnek vermek istiyorum:

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişmuhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

 

Nur talebelerinin vazifelerinin ehemmiyetine dikkat çeken Ahmet Akgündüz, Kur’an’ın ayetlerinin para ve makam gibi ucuz şeyler için ikinci plana atılmaması gerektiğini vurguladı. Ayrıca siyaset ve taraftar olmanın hizmetimize zarar vermesini Mektubat'taki şu kısımla açıkladı:

 

Belki hizmet-i Kur'ân, beni hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriyeyi düşünmekten men ediyor. Şöyle ki: Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'ân'ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü anber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar. İşte bunlara karşı iki çare var: Birisi, topuzla o sarhoş yirmisini ayıltmaktır. İkincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir. Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki, o biçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de, bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için, emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, 'Acaba nurla beni celb edip topuzla dövmek mi istiyor?' diye telâş eder. Hem de bazan arızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner. İşte, o bataklık ise, gafletkârâne ve dalâlet-pîşe olan sefîhâne hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyaset cereyanlarıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur'âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte, ben de, nur-u Kur'ân'ı elde tutmak için, اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyaset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârâne telâkkiyatlarından müber-râ ve sâfi olan bir makamda verilen ders-i Kur'ân ve gösterilen envâr-ı Kur'âniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve itham etmemek gerektir-meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola! Elhamdülillâh, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur'ân'ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki, gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor."

 

"Siyasetle ilgilenen şeytanlaşmış demek değildir. Nur talebelerinin vazifesi Kur’an’ın yüzde doksanını anlatmak iken bu kıymetli vazifeyi bırakıp siyasetle uğraşmamaları elzemdir."

Son olarak Bediüzzaman'ın 20. Lem'a'da bahsettiği "ihlas" konusundaki dokuz emrine dikkat çekti:

"1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın."

 "2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak etmek."

 "3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, 'Mesleğim haktır.' yahut 'Daha güzeldir.' diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden 'Hak yalnız benim mesleğimdir.' veyahut 'Güzel benim meşrebimdir.' diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek."

 "4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhî'nin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmek."

 "5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek."

 "6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,"

 "7. Nefsini ve enâniyetini,"

 "8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,"

 "9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder."