Hekimoğlu İsmail vefat etti

16.01.2022


Asıl adı Ömer Okçu olan, “Minyeli Abdullah” ın yazarı  Hekimoğlu İsmail vefat etti.
“Bediüzzaman Said Nursi, 20. asır hastanesine bir baştabip gibi çıkmıştır. Hastalığı teşhis etti; zaaf-ı iman..
Zübeyir ağabey de aynı hastanede bir tabipti.”
Diyen Merhum Hekimoğlu İsmail, eserleriyle bir devrin insanlarının imandan gelen cesareti ve özgüveni kazanmalarına yardımcı olmuştu. Allah’tan rahmet, ailesi ve sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ederiz.
Ruhu için el-Fatiha...

"Emirdağ’da sabah

Güneşin devri dönmüştü. Akşam adım adım yaklaşıyor, gölgeler uzuyordu. İnsanlar kadar, hattâ şeyler kadar gölge vardı. Vatanın yüzü gölgeleniyordu. Bir zat girdi Emirdağ’a. Yol kavşağında durdu. Hep yol kavşağında değil miyiz zaten? Kârla zararın, iyi ile kötünün ve doğru ile yanlışın… Fakat, o bildiğiniz yollardan birinin kavşağında durup, kendine benzemeyen birine ezanı sordu.

O, başını salladı: “He” diye. Bir kişi ezanı okumuş, binlerce kişi dinlemişti. Tâ uzaklardan akis yaptı: “Allahü Ekber!” Herkes dinliyor, çırpınıyor, herkes bir rüya görüyordu. Kâbus mu kâbus! Sonra da kıbleyi sordu. Beriki kolunu uzatarak gösterdi. Şaşkındı, konuşmaya mecali yoktu. Gelen zat kendine hiç mi hiç benzemiyordu. Ya biz ondan değildik, ya o bizden… Lâkin Türkçe konuşuyor ve dedeme benziyordu. Omuzundaki seccadeyi serdi yere, sermesiyle namaza başlaması bir oldu. Dikili kaldı yanında iki jandarma neferi; pürsilâh bekliyorlardı. Neyi bekliyorlardı? Sayfa sayfa, cilt cilt tarih olan şu zatı mı? Onu mu bizden, bizi mi ondan koruyorlardı? Yoksa namazı süngülerin arasına mı almışlardı? Yahut o, Emirdağ’ı yerle bir mi edecekti? Acaba jandarma neferleri neyi bekliyordu? Bilinmedi gitti bu sır. Birdenbire hayalim Süleymaniye’ye kaydı. Sinan, gökyüzünü ellere yaklaştırmak için kubbe yapmıştı. Bu zat için yeryüzü bir cami ve bu iki jandarma neferi iki mermer sütundu. Gökyüzü süngülerin ucunda duruyordu. O, Emirdağ’a gelmişti. Binlerce insan vardı, ama yine de yalnızdı. Garipliğini namaz kılışında bile okumak mümkündü. Belki aç karnına taş basar gibi ellerini bağrına bağlamış, yahut gömmüş, iki kat idi. Dost bulamayınca Allah’a iltica etmiş, sanki Ona misafir, sanki Onun evindeydi. Hürmeti bu derece dıştan okunur, bu derece hali bilinirdi.

Öyle rahat namaz kılıyordu ki, jandarmalardan birinin gölgesi üstüne düşmüştü. Anlaşılan, kendini çoook emniyette hissediyordu. Velhasıl her şeyi ile garip bir zattı. Adı da kendi gibiydi. O sanki İbn-i Kemal, yahut Zenbilli, yahut Ebussuud’du. Bunlara “Kimdir?” deme Allah aşkına! Ne çabuk unuttun? Bunlar senin de, benim de dedemdi. Evet, evet! Diliyle, şekliyle yazısıyla dedemiz olan bu zat, mezardan kalkmış, şimdi Emirdağ yol kavşağında namaz kılıyordu. Yanında iki jandarma vardı, ama onlar da onun torunuydu. “Evlâdım” derdi. “Kardeşim” derdi. Kendisine kelepçe vuranları bile severdi. İlme ve fenne o derece düşkündü ki, kelepçede sanat var diye onu da beğenirdi. Hele hapishaneler, vatanın bir parçasıydı. Diyar diyar sürgün gezerdi. Vatanını gezdirenlere dua eder, hidayet dilerdi. Kısacası yazılmayan hayatı bir eserdi. Bir Kur’ân, bir de kitab-ı kâinatı okurdu. Başka kitap vermezlerdi. Bunları da elinden alamazlardı. O gün Emirdağ’da kıyamet kopmuştu. Çünkü akşam üzeri güneş doğmuştu. İki güneşi bir arada gördü Emirdağlılar. Fakat kör olanlar gece nasıl yürürse, gündüz de öyle yürürdü. Emirdağ’da emir vardı. Güneş balçıkla sıvanacak ve minareye kılıf uydurulacaktı. Emirdağ’da gönüller aydınlandı. İnsanlar, hattâ herşey sıcak sıcak, cana yakın oldu. Her şey erimiş, kardeş kardeş birbirine sarılmıştı: Emirdağ’a güneş doğmuştu… Emirdağ’dan yüzlerce kilometre uzaktayım. Fakat bir sıcaklık var içimde. Dün bir Emirdağlı gördüm, yanıyordu. Battı mı dedim o güneş? Kalbini gösterdi. Gözlerim kamaştı, bakamadım. Herkes ayna olmuş, her aynada o güneş parlıyordu. Işığa düşman olan aydınlar, o aynaları kırdılar. Yine de her bir ayna parçasında bir güneş göründü."

Hekimoğlu İsmail / Emirdağ Yılları Sergisi Kataloğu (2010) - 15. sayfa


PDF dosyasını indirmek için tıklayınız.