Mazlumların Avukatı Bekir Berk'i rahmetle yad ediyoruz...

14.06.2020


Çocukluğunda, bir gece yatağından “Yaparım efendim, emredersiniz efendim, dağdan dağa atlarım efendim” sözleriyle uyandı. Rüyasında Ebu Cehil’in ordusuna karşı savaşan Peygamberimiz, harbe katılmak isteyen Bekir’e kendi zırhını ve miğferini giydirerek emirler vermişti. Annesi, bu rüyayı, “Sen bu zamanın Ebu Cehil’lerine karşı savaşacaksın oğlum” diye yorumladı. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra, hayata atılırken, Bekir Berk’in tek bir düşüncesi vardı: Mazlumların hakkını aramak. Nerede zulme uğramış birisini işitse, Bekir Berk orada, onun savunmasındaydı.

***

Rüyasından yıllar sonra Balıkesir’de bir kitapçı vitrininde Eşref Edip’in “Bediüzzaman Said Nursî” kitabını görür. Alıp, okur. Daha önce hakkında birçok şey duyduğu Bediüzzaman’ı bu kitapla daha yakından tanıma fırsatı bulur. Çok etkilenir. Bu güzel tevafuk kısa süre sonra onu Nur Üstada götürecektir.

Bir gün Bekir Berk’in telefonu çalar. Karşıdaki ses Tahsin Tola’ya aittir. Konuyu açar. İçinde Zübeyir Gündüzalp ve Tahiri Mutlu’nun da bulunduğu bir grup Nur Talebesi Ankara’da tutuklanmıştır. “Dâvâyı alabilir misin?” der. Bekir “Şimdi olmadı Tahsin Abi! ‘Dâvâyı alabilir misin?’ ne demek? ‘Ankara’ya gel. Bu dâvâyı al’ diyeceksin! İnançları için zindana atılan insanları savunmayacaksam bu cübbeyi neden giydim?”

Hemen hazırlanır. Ankara’ya varır. Mazlûmlarla görüşür. Hallerinden çok etkilenir. Bunlar zamanın sahabeleri olmalıdır. Şu Tahiri Mutlu Hz. Ebubekir’e (ra) nasıl da benziyor. Ya şu kartal bakışlı Zübeyir Gündüzalp. Hz. Ömer (ra) gelse “bana gerek kalmadı” deyip Ravza’ya dönecektir. Bu köylü çocuğu Bayram Yüksel. Yüzüne baksa Hz. Osman (ra) sevinçten ağlamaya başlayacaktır. Şu telâşlı genç Mustafa Sungur. Üstündeki perdeyi kaldırsak altından Hz. Ali (ra) çıkacaktır. Bunlar çağı kirlerinden arındıracak bahtiyarlardır. İnsanlığı kurtuluşa erdirecek kahramanlardır. Kendilerini insanlığın saadetine adamış yüce ruhlardır.

Nur Talebelerinin hallerindeki bu sahabe coşkusu Bekir’i çok etkiler. Hapiste kalmalarına gönlü razı değildir. Dünyanın bunlara ihtiyacı vardır. Bunlar insanlığa can verecek cananlardır. “Arkadaşlar!” der, “Sizi bir an önce hapisten çıkarmaya mı çalışayım, yoksa inandığınız dâvâyı mı savunayım?”

Zübeyir, Bekir’e çok benziyordur. İkisi de kartal bakışlıdır. O da Bekir gibi Kafkaslardan göç etmiş bir Çerkez’dir. Kartal bakışlar göz göze gelir. Zübeyir kılıcı kınından çıkarır. Şefkat ve muhabbetle Bekir’e döner. “Bizler burada 10 sene yatmaya razıyız. Siz Risale-i Nur’un ulvî dâvâsını müdafaa edin.” Bekir bu sözlerle bir daha bağlanır bu altın nesle.

Dâvâ günü gelir çatar. Çatık kaşlı Ankara hâkimleri, savcıları her zamanki otoriter tavırlarıyla mahkeme salonuna girerler. Sözde mahkûm oniki Nur Talebesi sanık sandalyesinde hazırdır. Hükümetin, polisin, askerin, medyanın ağır baskısı altında olan Nur Talebelerinin bu mahkemeden çıkmaları mümkün değildir. Ama hesap etmedikleri bir şey vardır. Avukat sandalyesinde kelle koltukta, kefen koyunda savunma yapan hakkın yılmaz müdafii Bekir Berk vardır. Bekir Berk hukuk tarihine emsal, insanlık tarihine ders olacak muhteşem bir savunma yapar. Beraat kararı verilir.

Üstad, Bekir Berk’le görüşmek ister. Hemen yola çıkarlar. Kalbi saat gibi çalışmaktadır. Üstada yaklaştıkça heyecanı artmaktadır. Yollar uzadıkça uzar. Nihayet Isparta’ya gelirler. 2 katlı ahşap evin önünde dururlar. Bekir Berk arabadan iner. İkinci kattaki Üstadın bulunduğu odaya girer. Nefesler tutulur. İşte filmin koptuğu o an. İşte 25 yıl önce görülen Peygamber rüyasının anlam kazandığı sahne. İşte asrın vekili. İşte Hz. Muhammed’in (asm) varisi.

25 yıl önceki o rüya o gün o gözlerde karşılığını bulur. Bekir Berk 33 yaşındadır. Cennete girilen yaştadır. O gün Cennete ayak basar. Hayatında yepyeni bir sayfa açar.

Üstad 83 yaşında ağır hastadır. Karyolada yatmaktadır. Kimsenin önünde eğilmeyen Bekir Berk, Üstadın ellerine kapanır. Ellerini ellerinin arasına alır. Dudaklarını ellerine bırakır. Hasretle, özlemle, aşkla öper. Dudaklarının kavrulduğunu hisseder. Dağ gibi Bekir Berk anbean kar gibi erir.

Üstadın yanına bir sandalye çekerler. Bekir Berk 25 sene önce almış Peygamberinden (asm) dersi. Peygamber ordusunun mücahitleri çağın “Ebubekirleri, Ömerleri,” Zübeyirleri, Tahirileri, yerde otururken Bekir Berk nasıl sandalyede otursun. Diz çöker. Diz çökülür bu Üstadın karşısında, diz çökülür Asr-ı Saadet yaşanılan bu odada.

Zaman durur. Karadeniz fırtınası Bekir Berk durulur. Sen de durul Karadeniz! Sen sus tarih, Bediüzzaman konuşuyor: “Kardeşim! Seni bana Allah gönderdi! Seni, 40 sene hizmet etmiş talebem gibi kabul ediyorum. Yaptığın müdafaalar için sana 500 banknot vermem gerekirdi. Ama mükâfatını dünyada vermek istemiyor, ahirete bırakıyorum. Biz kendi ihtiyarımızla hareket etmiyor, istihdam olunuyoruz…”

Gürül gürül sesiyle mahkemeleri inleten Bekir Berk, Üstadın karşısında lâl kesilir. Sorulara cevap verirken kalbi tekler, dili kekeler. “Seni bana Allah gönderdi!” sözü tek kelimeyle bütün benliğini felç eder. Çocukluğunda gördüğü Peygamber (asm) rüyası gözlerinde canlanır.

/sorularlasaidnursi

***

Bir tarafta hakkını arayacak gücü olmayan yoksullar, diğer tarafta devrin istibdadına karşı mücadele veren Necip Fazıl ve Peyami Safa gibi ünlü kalemler, onun müvekkilleri arasındaydı. Bu ideali, kısa zamanda ona “Mazlumların Avukatı” ünvanını kazandırdı. Hayatındaki asıl dönüm noktası, Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerini tanımasıydı. Ankara’da tutuklanan Nur talebelerinin savunmasını üstlenmesi istendiğinde, “İnançları uğrunda zindana atılan insanları müdafaa etmeyeceksem ben bu cübbeyi niye giydim?” diyerek oraya koştu. Orada, cisimleri parmaklıklar arkasında, ama ruhları kuşlardan daha özgür insanlar buldu. “Bizi değil, Risale-i Nur’u müdafaa edin” dediler. Ondan sonrası, Risale-i Nur’un müdafaasına adanmış bir ömür idi. Bediüzzaman Hazretleri, onu, “Seni bize Allah gönderdi” diyerek karşıladı ve üç beraberlikle müjdeledi: Biri, Risale-i Nur talebesi olman. İkincisi, Nur’un avukatı olman. Sonrasını başka bir zamana sakladı Üstad. “Seninle bir beraberliğim daha var, ama onu söylemeyeceğim” dedi.

“Dağdan dağa atlarım efendim” demişti rüyasında. Üzerinden aştığı dağlar bazan metrelerce kar altında geçit vermeyen dağlar idi. Bazan ateşlenmesine saniyeler kalmış dinamitler döşenmiş yollar. Eğer o yolların ve o dağların arkasında yardım bekleyen bir mazlum varsa, bunların hiçbiri engel sayılmazdı.

Anadolu’nun en ulaşılmaz köşelerine öyle ulaşılmaz zamanlarda varırdı ki, bazan onu karşısında buluveren hakimler gözlerine inanamaz da kimlik kontrolu yapardı! Kefenini çantasında, bir ordu enerjisini ruhunda taşıyan bir adamın yıllarca iğneyle kuyu kazması sonucunda yüzlerce dâvâ kazanıldı. Ve, bir zamanlar ele alınamayan, evde tutulamayan, okuyanların başını dertten derde sokan eserler özgürlüğüne kavuştu, serbestçe basılır, yayılır ve okunur hale geldi. Bu arada, Mazlumların Avukatı da tertiplerin hedefi haline geldi ve birgün kendisini demir parmaklıkların arkasında buldu. Fakat onun enerjisinde, şevkinde ve zevkinde değişen birşey yoktu. Gülerek zincirlendi, marşlar okuyarak hapishaneye girdi. Onu mazlumların müdafaasından alıkoymak için avukatlığını elinden alacak bir mahkûmiyet uydurdular. Fakat asıl hükmü veren, İlâhi kader idi. “Vazife bitti, artık savunmaya ihtiyaç kalmadı” mesajı geldi yüce âlemlerden. Ondan sonraki yılları, Kâinat Efendisine komşu beldelerden bütün dünyaya Nurlu hakikatleri ilân etmekle geçti. Bu arada, yolu mukaddes topraklara düşenler, orada, İbrahim Aleyhisselâmın misafirperverliğiyle kendilerini ağırlayan bir Bekir Ağabey buldular. Yurduna tekrar dönüşü ise, kendisini Rabbine kavuşturacak olan bir hastalık vasıtasıyla oldu.

O Onu mazlumların müdafaasından alıkoymak için avukatlığını elinden alacak bir mahkûmiyet uydurdular

Fakat son nefes verilmeden vazifeyi terk eden kim? En son günlerinde, koma halinde yatarken bile, büyük bir heyecanla, mazlum bir Nur talebesi muharririn müdafaasını yapıyordu. Her fani gibi Bekir Berk de bu dünyayı arkada bırakarak bâki bir âleme göçtü. Her büyük insan gibi, göçerken o da arkasında farklı bir dünya bıraktı. Onun bıraktığı dünyada, milyonlarca insan, hergün ve her saat Nur’un hakikatlerini birbirine okuyor. Üstelik, kapı çalındığında kimse telâşa kapılmıyor. Onun arkada bıraktığı dünyada, Bekir Berk ismi, daima Risale-i Nur’lar ile beraber anılıyor. (Yoksa bu muydu Üstadın söylemediği üçüncü beraberlik?) Ve bu dünya üzerindeki milyonlarca Nur talebesi, Üstadlarının yıllar önceki müjdesini doğruluyor: “Birgün hepimiz ona dua edeceğiz.” 

Kaderde müdafi olmak da var, maznun olmak da. Değişmeyen şey, hakkın müdafaası.

/İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Emirdağ Yılları Kataloğu-182


Youtube



Youtube