Fırıncı Ağabey Anlatıyor: Tevafuklu Kur’anın Yazdırılması
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin yaşayan talebelerinden ve İstanbul ilim ve Kültür Vakfı’nın Mütevelli Heyet Başkanı Mehmet Fırıncı (Mehmet Nuri Güleç) Ağabey, Hazreti Üstad'ın keşfettiği ve talebelerine yazdırdığı ve Kur’an-ı Kerim'in göze hitap eden i’caz yönünü ortaya çıkaran Tevafuklu Kur’an-ı Kerim’in yazım ve basım macerasını ve bugün nasıl bütün dünyada yaygınlaştığını 10 Mayıs 2020 tarihinde Dost Tv’de Hayri Akıncı Bey’in Bab-ı Reyyan Programının konuğu olarak anlattı...
Hayri Akıncı:
- Tevafuklu Kur’an nedir? Kur’an-ı Kerim’in içerisinde Allah lafzının birbirine tevafuk etmesi ile alakalı olarak, Bediüzzaman hazretlerinin bunu fark etmesi keşfetmesi, bununla ilgili talebelerine görev vermesi basılması, bu asırda Kur’an-ı Kerim’in letafetlerinden biri olarak önemli bir göstergedir. İşte bunun hikayesini kendisinden dinleyeceğiz. Muhterem Mehmed Fırıncı ağabeyimiz hazır.
- Tevafuklu Kur’an-ı Kerimi daha önce duymamış dostlarımız olabilir abi. Nedir tevafuklu Kur’an-ı Kerim? Sonra da tevafuklu Kur’an-ı Kerimin yazdırılmasının hikayesini sizden dinlemek istiyoruz.
Fırıncı Abi;
- Tevafuk nedir? Eskiden beri edipler şairler yazılarının, şiirlerinin bir nizam içinde bir araya gelmesi için, şiir güzeldir şiirin yazısı da farklıdır bir güzelliği vardır. Kuran-ı Azimüşşan da da bil hassa Lafzullah ve İsmi Rab kelimelerinin tevafukunu Üstad Hazretleri 1930 larda fark etmiş. Ben Sıddık Süleyman abinin yeğeni bülbül Hüseyin’den ilk Üstâd’ın işaretlediği Kur’an-ı Kerim’i ondan rica etmiştim aldım İstanbul’a getirdim. Hatta bir mahkemede ibraz ettim. Şu anda herhalde Suat abinin ailesinin evinde. Demek ki o zaman Kur’an-ı Azimüşşan’ın yazılışı büyük bir sandıktan ta küçük bir kutuya kadar büyüklüklerde yazılmış tarih boyunca. Kayışçızâde Hafız Osman Efendi, Sure-i İhlas’ı satır ölçüsü, Müdayene ayetini de sayfa ölçüsü olarak alarak, bir Kur’an yazıyor. Onu sonra Kadırgalı Hasan Rıza, tam onun dediği gibi, Osman Efendi onu (tevafuğu) denk getirememiş ama Hasan Rıza Efendi tam onun dediğini yazmış. İşte Hazreti Üstâd’ın işaret ettiği Kur’an-ı Kerim o Hasan Rıza Efendi’nin yazdığı Kur’an ‘dır. Hafız Osman hattı deniliyor ama Hasan Rıza Efendi’nindir.
- Netice Allah rahmet eylesin hepsine. Ve böylece oradaki Lafzullah ve İsm-i Rab... Rumuzât-ı Semaniye Risalesinde uzun izahatları var. Ben Lafzullah’ın fazileti nedir diye 19. Mektubun 18. İşaretindeki bahsi okuyayım…
ONSEKİZİNCİ İŞÂRET:
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın en büyük ve ebedî ve yüzer delâil-i nübüvveti câmi' ve kırk vecihle i'câzı isbât edilmiş bir mu'cizesi dahi Kur'ân-ı Hakîm’dir. İşte şu mu'cize-i ekberin beyânına dair Yirmibeşinci Söz, takriben yüzelli sahifede, kırk vech-i i'câzını icmâlen beyân ve isbât etmiştir. Öyle ise, şu mahzen-i mu'cizât olan mu'cize-i a'zamı o Söz’e havâle ederek, yalnız iki-üç nükteyi beyân edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE:
Eğer denilse: İ'câz-ı Kur'ân belâğattadır. Hâlbuki umum tabakàtın hakları var ki, i'câzında hisseleri bulunsun. Hâlbuki belâğattaki i'câzı, binde ancak bir muhakkìk âlim anlayabilir?..
Elcevab: Kur'ân-ı Hakîm’in her tabakaya karşı bir nev'i i'câzı vardır. Ve bir tarzda, i'câzının vücûdunu ihsâs eder. Meselâ: Ehl-i belâğat ve fesâhat tabakasına karşı, hàrikulâde belâğattaki i'câzını gösterir.172/9
Ve ehl-i şiir ve hitâbet tabakasına karşı; garîb, güzel, yüksek üslûb-u bedî'in i'câzını gösterir. O üslûb herkesin hoşuna gittiği hâlde, kimse taklid edemiyor. Mürûr-u zaman o üslûbu ihtiyarlatmıyor, dâima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir ve mensûr bir nazmdır ki; hem àlî, hem tatlıdır.
Hem kâhinler ve gâibden haber verenler tabakasına karşı, hàrikulâde ihbarât-ı gaybiyedeki i'câzını gösterir.
Ve ehl-i tarih ve hâdisât-ı âlem ulemâsı tabakasına karşı, Kur'ândaki ihbarât ve hâdisât-ı ümem-i sâlife ve ahvâl ve vâkıât-ı istikbâliye ve berzahiye ve uhreviyedeki i'câzını gösterir.
Ve ictimâiyat-ı beşeriye ulemâsı ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, Kur'ânın desâtir-i kudsiyesindeki i'câzını gösterir. Evet o Kur'ân’dan çıkan Şerîat-ı Kübrâ, o sırr-ı i'câzı gösterir.
Hem maârif-i İlâhiye ve hakàik-ı kevniyede tevağğul eden tabakaya karşı, Kur'ândaki hakàik-ı kudsiye-i İlâhiyedeki i'câzı gösterir veya i'câzın vücûdunu ihsâs eder.
Ve ehl-i tarîkat ve velâyete karşı, Kur'ân bir deniz gibi dâima temevvücde olan âyâtının esrârındaki i'câzını gösterir ve hâkezâ.. kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, i'câzını gösterir.72_15
Hattâ, yalnız kulağı bulunan ve bir derece mânâ fehmeden avâm tabakasına karşı, Kur'ânın okunmasıyla başka kitaplara benzemediğini, kulak sâhibi tasdik eder.Ve o âmî der ki: “Ya bu Kur'ân bütün dinlediğimiz kitapların aşağısındadır; bu ise, hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhâldir. Öyle ise, bütün işitilen kitapların fevkındedir. Öyle ise, mu'cizedir.” İşte bu kulaklı âmînin fehmettiği i'câzı, ona yardım için bir derece izâh edeceğiz. Şöyle ki:
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân, meydâna çıktığı vakit bütün âleme meydân okudu ve insanlarda iki şiddetli his uyandırdı:
Birisi: Dostlarında hiss-i taklidi; yani sevgili Kur'ânın üslûbuna karşı benzemeklik arzusu ve onun gibi konuşmak hissi...
İkincisi: Düşmanlarda bir hiss-i tenkid ve muâraza; yani Kur'ân üslûbuna mukàbele etmekle da'vâ-yı i'câzı kırmak hissi...
İşte bu iki hiss-i şedîd ile milyonlar Arabî kitaplar yazılmışlar, meydândadır. Şimdi bütün bu kitapların en belîğleri, en fasîhleri Kur'ânla beraber okunduğu vakit, her kim dinlese, kat'iyyen diyecek ki; Kur'ân bunların hiçbirisine benzemiyor. Demek Kur'ân, umum bu kitapların derecesinde değildir. Öyle ise herhalde, ya Kur'ân umumunun altında olacak; o ise yüz derece muhâl olmakla beraber, hiç kimse, hattâ şeytan bile olsa diyemez (Hâşiye) 8 Öyle ise Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân, yazılan umum kitapların fevkındedir.
(Hâşiye) Yirmialtıncı Mektûb'un ehemmiyetli Birinci Mebhası, şu cümlenin hâşiyesi ve izâhıdır.
Hattâ, mânâyı da fehmetmeyen câhil âmî tabakaya karşı da Kur'ân-ı Hakîm, usandırmamak sûretiyle i'câzını gösterir. Evet o âmî, câhil adam der ki: “En güzel, en meşhûr bir beyti iki-üç defa işitsem, bana usanç veriyor. Şu Kur'ân ise; hiç usandırmıyor; gittikçe daha ziyâde dinlemesi hoşuma gidiyor. Öyle ise bu, insan sözü değildir.”
Hem hıfza çalışan çocukların tabakasına karşı dahi, Kur'ân-ı Hakîm; o nâzik, zaîf, basit ve bir sahife kitabı hıfzında tutamayan o çocukların küçük kafalarında, o büyük Kur'ân ve çok yerlerinde iltibas ve müşevveşiyete sebebiyet veren birbirine benzeyen âyetlerin ve cümlelerin teşâbühüyle beraber; kemâl-i sühûletle, kolaylıkla o çocukların hâfızalarında yerleşmesi sûretinde, i'câzını onlara dahi gösterir.
Hattâ, az sözden ve gürültüden müteessir olan hastalara ve sekerâtta olanlara karşı Kur'ânın zemzemesi ve sadâsı; zemzem suyu gibi onlara hoş ve tatlı geldiği cihetle, bir nev'i i'câzını onlara da ihsâs eder.
Elhâsıl: Kırk muhtelif tabakàta ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur'ân-ı Hakîm, i'câzını gösterir veya i'câzının vücûdunu ihsâs eder. Kimseyi mahrum bırakmaz.
Hattâ yalnız gözü bulunan (Hâşiye) 9 kulaksız, kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da, Kur'ânın bir nev'i alâmet-i i'câzı vardır. Şöyle ki:
(Hâşiye) Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalbsiz tabakasına karşı vech-i i'câzı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i'câzı Yirmidokuzuncu ve Otuzuncu Mektûblarda (Hâşiyecik) gayet parlak ve nurânî ve zâhir ve bâhir gösterilmiştir; hattâ körler de görebilir. O vech-i i'câzı gösterecek bir Kur'ân yazdırdık; İnşâallâh tab'edilecek; herkes de o güzel vechi görecektir.
Hâfız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ Sûre-i Kehf’te:_6
﴾ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ ﴿ kelimesi, altında yapraklar delinse; Sûre-i Fâtır’daki ﴾ قِطْمِيرٍ ﴿ kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak. Ve Sûre-i Yâsîn’de iki defa ﴾ مُحْضَرُونَ ﴿ birbiri üstüne; Ve's-sâffât’taki ﴾ مُحْضَرِينَ ﴿ ve ﴾ مُحْضَرُونَ ﴿ hem birbirine, hem onlara bakıyor; biri delinse, ötekiler az bir inhirafla görünecek. Meselâ Sûre-i Sebe’in âhirinde, Sûre-i Fâtır’ın evvelindeki iki ﴾ مَثْنَى ﴿ birbirine bakar. Bütün Kur'ânda yalnız üç ﴾ مَثْنَى ﴿ dan ikisi birbirine bakmaları tesâdüfî olamaz. Ve bunların emsâli pek çoktur. Hattâ bir kelime, beş-altı yerde yapraklar arkasında, az bir inhirafla birbirine bakıyorlar. Ve Kur'ânın birbirine bakan iki sahifesinde, birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur'ânı ben gördüm.. “Şu vaziyet dahi, bir nev'i mu'cizenin emâresidir” o vakit dedim. Daha sonra baktım ki Kur'ânın, müteaddid yapraklar arkasında birbirine bakar çok cümleleri var ki, mânidâr bir sûrette birbirine bakar. İşte tertib-i Kur'ân, irşad-ı Nebevî ile; münteşir ve matbu' Kur'ânlar da, ilhâm-ı İlâhî ile olduğundan; Kur'ân-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında, bir nev'i alâmet-i i'câz işâreti var. Çünkü o vaziyet, ne tesâdüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki, o da tab’ın noksanıdır ki; tam muntazam olsaydı, kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti.
Hem, Kur'ânın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun sûrelerinin herbir sahifesinde “Lafzullâh” pek bedî' bir tarzda tekrar edilmiş.
Hayri Akıncı
- Fırıncı abi burada bir şey sormak istiyorum müsaadenizle. Tevafuk iki şeyin birbirine denk gelmesi anlamına geliyor. Tevafuklu Kur’an-ı Kerim dediğimizde de Kur’an-ı Kerim ’de yer alan 2800 küsur defa geçen Allah lafzının, bazı istisnalar hariç sayfa içi içinde alt alta tevafuk etmesi, denk gelmesi veya sayfalar kapandığında karşı karşıya tevafuk etmesi gibi Kur’an ‘ın pek çok mucizevi yönlerinden, letafetlerinden bir tanesi olarak son okuduğunuz yerde de geçmişti. Sadece bakanların görebileceği, göze hitap eden yönlerinden bir tanesi, tevafuklu Kur’an-ı Kerim. Doğru mu anladım? Bunu Bediüzzaman Hazretleri ne zaman keşfetmiş ve talebelerine bunun yazılması ve basılmasını ne şekilde istemiş?
Fırıncı Abi
- Ben onu Sıddık Süleyman abinin yeğeni (kız kardeşinin oğlu) Hüseyin Bülbül abiden aldım getirdim. Kur’an-ı Kerim de Üstâd’ın kırmızı kalemle işaretleri var. Ve ondan sonra bunun üzerinde talebelerine o istediği manada yazılabilmesi için Hafız Ali abiye, Hoca Sabri Efendi on kadar talebeye tevziatta bulunmuş. Ve onların yazmalarını istemiş. Hüsrev abi bu yazmada en muvaffak olan. Ve şu anda da basılmış vaziyette her tarafta var. Ben 1950’de bu Kur’an-ı Kerim’i İstanbul’a getirdim. Bir tetkik-i mesahif heyetine göstermek için. O zaman gördüm. Daha yeni birisiydim ben de o zaman. O zaman nesih hattıyla değil Hüsrev abinin kendine mahsus hattıyla yazıldığı için tetkik-i mesaip heyeti, “bunu yeniden bir hattata yazdırmanız lazım, biz onu sonra kabul edebiliriz yoksa olmaz” dediler. Ben o zaman 1950 sonlarında gördüm. O Lafzullahlar göze çarpınca birden kalpte bir hareketlenme olduğunda şüphe yok. Dolayısıyla, tetkik-i mesahif heyeti böyle deyince tekrar yazdırılması düşünülüyor ama bir türlü mümkün olmuyor. Ta en sonunda Hazreti Üstâdımızın vefatından sonra bir nüsha Üstâd’da var, bir nüsha da Hamza Emek abi de emaneten duruyor. Hamza Emek abiden Zübeyir abi İstanbul’a getirtiyor. Zübeyir abi Ahmet Aytimur abiye anlatıyor. Bizim de haberimiz oldu. Hattat Hamid hocaya bunu yazdıralım dedik. Ahmet abi hattat Hamid hocayla konuşuyor ve veriyor. 6 cüz kadar yazmış fakat ondan sonra yazmıyor, zaman da geçiyor. Zübeyir abi beni çağırdı bir gün “Ahmet abi Hamid hocaya bunu götürdü. Bir de sen görüş dedi.” Gittim görüştüm. Bazı şeyler söyledi. Bazı ihtiyaçları olduğunu onları temin etmenin lüzumu… “Tamam biz her şeyi yerine getiririz hocam mademki öyle istiyorsun.” Ondan sonra yeniden başladı ve 5-6 sene devam etti, yazdı.
- Fakat daha sonra Allah rahmet eylesin Şevket Eygi Bey de bir Kur’an yazdırmak için Ali Rıza Efendi vardı Trabzonlu kurra hafızlardan. O’nun da nezareti ile hem onu yazıyor hem tevafuklu Kur’an’ı yazıyor. Dolayısıyla 5-6 sene sürdü bu. Aynı anda iki tane yazınca uzun sürdü. Sonra Timaş Yayınevi onu (Şevket Eygi beyin yazdırdığını) neşir etti.
- Daha sonra bizim tevafuklu Kur’an ‘ı tamamladı. Sonra tashih etmek gerekti. Hattatlar yazarken atlaya biliyor. Tahir abi onu tashih etti. Hareke kısmını Doktor Habip Akbulut, İsmail Yazıcı, Muhsin Demirel öyle birkaç arkadaşlar Tahir abiye yardımcı oluyorlar. Ama kelimelerde sıkıntı olunca hocayı çağırıyor, hocaya müracaat ediyoruz. Hocayı Tahir abinin yanına getiriyoruz Tevruz apartmanı 7. Katına. Sultanahmet minaresine çıkar gibi, asansör yok merdivenlerden. Ve böyle tashihler tamamlandı.
- Evvela tek renk basıldı. Sonra Almanya’da yeni bir matbaa kuruldu. Bizimde onda bir emeğimiz oldu elhamdülillah. Ve orada Hamit hocanın Kur’an-ı Kerim’i tevafuklu olarak basıldı. Ve o esnada Hizmet Vakfı da kurulmuş oldu. Hizmet Vakfı Kur’an-ı Kerim’i tek renkli olarak bastı.
- Elhasıl o esnada Hayrat Vakfı da devreye girdiği Hüsrev abinin yazısıyla basmak üzere ısrarcı oldu. Ve böylece şu anda Hizmet Vakfının nesih hattıyla, Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldığı hakikatinin tahakkukunda, Hamid hocanın yazısıyla biz çalışmış olduk. Hüsrev abinin yazısıyla da Hayrat Vakfı çalıştı. Ve şu anda da mer'i olarak bu devam ediyor.
- Çok latif bir şey anlatacağım. Biz Amerika’da neşriyatla meşgul olurken Almanya’da da basılınca oraya da gönderdik. Orada San Francisco da cuma namazından sonra camide bizim kardeşler arz ediyorlar cemaate. Yedi kişi almış, yedisinin de ismi Mirza (Üstad Hazretlerinin babasının ismi, orada da tevafuk var). Gülüyor.
- Böylece Cenab-ı Hak; bu hizmette Kur’an ‘a hizmette bizi istihdam etti.
Hayri Akıncı:
- Aynı zamanda güzel bir letafet olması açısından Kur’an ‘dan pek çok bilinen mucizevi yönlerinden birisi de ilave oldu. 19. asırda Kayışçızade Osman hattının başta ifade ettiğiniz gibi İhlas Suresi’nin satır, Müdayene Ayeti’nin de sayfa ölçüsü alarak yazması, her sayfada 15 satır olmak üzere ayetle başlayıp ayetle bitmesiyle neticelenmiş ve İslam dünyasında neredeyse bu asıl kabul edilmiş ve bu şekilde basılmış. Üstad Bediüzzaman’ın bu tevafuğu keşfetmesi de aradan geçen 14 asır içerisinde pek fark edilmeyen onun keşfettiği bir şey olarak da kayda girmiş oldu herhalde.
Fırıncı Abi:
- Bu arada bu bizdeki Aliy’ül Karî hattı. Alem-i İslam Hatt-ı resm-i Osmanî olarak okuyor. Yazılışta biraz farklılıklar malum var şu anda. Mısır’da da basmak istedik biz onu. “Bu Aliy’ül Karî hattı. Bu olmaz, Hatt-ı resm-i Osmanî yazmak lazım” dediler kabul etmediler. O zaman Erzincanlı hattat Refet Kavukçu (hattat Hamit hocanın talebesi), O’na yazdırdık. Yazdığını mektupla bana gönderiyor, ben Hamid hocaya götürüp gösteriyorum. Bu şekilde birkaç sene öyle devam etti ve Refet abi de hattat oldu Allah razı olsun. İki Kur’an-ı Kerim yazdı. Birisi Aliy’ül Karî hattı İstanbul’da basıldı. Diğeri Hatt-ı resm-i Osmani. Ezher Üniversitesi’nin tetkik-i mesai heyeti tarafından tetkik edilip, Kahire’de halen de basılıyor. Böylece nesih hattında ikinci bir hamle oldu.
- Şu an da Muhsin Demirel tekrar yazdı. Ama Hüsrev abi burada tabii baş hattat. Hüsrev abinin hattı ile gündeme gelmiş oldu. İslam dünyasına mal olmuş oldu. Bizdeki çünkü Aliy’ül Karî hattı olduğu için Hattı resm i Osmani Refet Kavukçu tarafından yazıldı. Aslında bizim Diyanet de burada basması lazım ki diğer İslam dünyasına gönderirken, onların okumasını temin etme bakımından kolaylık olsun.
Youtube