Abdulkadir Badıllı abiyi rahmetle anıyoruz...

25.12.2020


Urfa merkeze bağlı Akziyaret nahiyesi Şeyh Zeliha Köyü'nde doğdu. Badıllı aşiretine mensuptur. Kendi kendine okuma yazma öğrenerek Osmanlıca kitaplar okudu. Köy hocalarından Kur’ân, ilmihal ve tecvid gibi dinî konuları da öğrenmişti. 1953 yılında Üstadın ziyaretine gitti ve duâsını alarak Abdullah Yeğin’in yanında Rıdvaniye Camii medresesinde 7 yıl beraber kaldı. Bediüzzaman’ın “Zübeyir ve Ceylân gibi kabul ettim, sen benim Abdurrahman’ımsın” iltifatına mazhar oldu. Annesinden kalan 40 kadar koyunu satıp teksir makinesi aldı ve Risale-i Nur’ları çoğalttı. Buna çok memnun olan Üstad, “İnşaallah bu teksir makinesi ileride Urfa’nın âlem-i İslâma ilim hakikatini neşreden bir merkez halini almasına vesile olacak. Bütün Nurları neşir için sana izin veriyorum” dedi.

Risâle-i Nur’un kudsî kaynaklarını, Risâle-i Nur’da geçen hadis ve âyetleri, kelâm-ı kibar tabir edilen meşhur sözleri, Üstadın 3 ciltlik hayatını yazdı. Arapça Mesnevî-i Nuriye ve İşârâtü’l-İ’câz’ı tercüme etti. Daha başka büyüklü küçüklü birçok eserin sahibi.

/İstanbul İlim ve Kültür Vakfı- Emirdağ Yılları Kataloğu-189

"Yüzüne bakamıyordum, gözlerim kamaşıyordu"

"Üstadın odasına girer girmez, yaşlı, çok hasta, yatak içinde uzanmış, başında yeşil, siyah ve beyaz karışımı bir sarık vardı. Mübarek yüzünün bana ilk görünen şekli, televizyon ve perdelerinin boş oynadığı zaman elektirik dalgalarıyla bir titreşim vaziyetini gösterdiği gibiydi. Birkaç dakika o nurânî vaziyet mübarek simasında lemean etti. Adetâ mübarek yüzüne bakamaz oldum. Gözlerim kamaşıyordu. Hep dikkatle mübarek yüzüne bakıyordum. Yüzü kırmızıya meyyal bir buğday renginde idi. Mübarek gözleri mavi ve iri idi. Bir gözü diğer gözünden farklı idi. Yani birisi maviden ziyade yeşile mâyil idi. İri ve âsâr-ı şecaat gösteren gözünün beyazı kırmızı damarlarla dolu idi. Kaşları ileriye doğru dik ve çatık idi. Yüzü değirmi, alnı geniş idi. Burnu koç burnu gibi çıkık, şahin kuşu gibi atik idi. Ağzı geniş, çehresi iri idi. Mübarek çehresinde lemean eden nur-u velâyet zahir ve bahirdi. Sinekler konmak için yaklaştıkları vakit anında uçup kaçarlar idi. Mübarek ellerinin derisi altından damarlar görünürdü. Parmakları iri ve uzun idi. Saçları sarığın kenarından çıkmış ve kıvrılmıştı.

"Odasını güzel koku kaplamıştı"

"Saçları ve bıyıkları kınalı idi. Şivesi Van köylerinin yeni Türkçe öğrenmiş adamı şeklinde idi. Güzel kokular odasının her tarafını sarmıştı.

"Her iki elinin parmaklarında üç tane gümüş halka yüzükler vardı. Odasından çıkıp, karşı tarafta talebe ve hizmetkârlarının oturduğu yere Zübeyir Ağabeyle beraber geldik. Onların yanında ikindiye kadar kaldık. İstasyona kadar Bayram Ağabey benimle beraber geldi.

"Dönüyordum. Fakat memnun ve mahzun olarak dönüyordum. Muradına nail olmuş bir âşıkın süruruyla dönüyordum. O bir saatlik sohbet artık benim için herşeydi. Kendimde sanki dünyayı fethedebilecek bir iktidar ve cesaret hissediyordum. Sanki kalbim Üstadım olan Hz. Said'le çelik halatlarla  perçinleşmişti. Çünkü onun o lütufkâr, o keremkâr nurânî şefkati ve benim gibi ilimden irfandan, terbiye-i İslâmiyeden adetâ mahrum olan biçareye karşı gösterdiği şefkat, merhamet, talebeliğine kabul iltifatları benim bütün vücut ülkemi muhabbetle sarsmıştı. O andaki hissiyatımı ifade etmek mümkün değildir. Yine kara trene binip Urfa'ya müteveccihen hareket ettim. Nihayet Urfa'ya geldim.

"Hizmete girdim"

"Urfa'da iki sene medresede Abdullah Ağabeylerle beraber kaldık. Avcılığı bıraktım, av tüfeğini sattım. Bu arada eski bir teksir makinesi alıp Urfa'da bazı risaleleri yazmak ve pek çok yerlerle muhabere ettiğimizden lâhika mektuplarını kolaylıkla neşretmek için hizmet görmek fikri ortaya çıktı. Benim de annemden kalan 40 kadar koyunum vardı. Hemen satıp bir teksir makinesi alalım dedim. Koyunları sattık. Bin beş yüz küsûr lira tutmuştu. Teksir makinesini almak için İstanbul'a gitmek icabetti. Giderken yine Üstada uğrayıp hem ziyaret etmek, hem de Üstadımızla istişare etmek lâzım geliyordu. Daha doğrusu ben böyle arzu ediyordum.

/Risalehaber


Youtube