Namaz sevdalısı Mehmet Emin Birinci'yi ve Tahiri Mutlu'yu rahmetle anıyoruz...

03.04.2021


Mehmet Emin Birinci (1933-2007)

Rize'nin Pazar ilçesine bağlı Hisarlı köyünde dünyaya geldi. Risale-i Nur’u 1949 yılında tanıdı. Eserleri okuyabilmek için yirmi günde Osmanlıcayı öğrendi. Mustafa Sungur’un duruşmasını takip için Samsun’a gittiğinde, tutuklu bulunan Sungur’un kahramanca duruşu, onu Risale-i Nur dâvâsına sımsıkı bağladı. Daha sonra İstanbul’da Gençlik Rehberi dâvâsını izlerken Bediüzzaman’ı ilk olarak orada gördü. Birkaç gün sonra da Bediüzzaman ile bizzat görüştü. Ondan sonrası ise, dünyaya ait her şeyi bir kenara atarak tamamıyla Risale-i Nur’a adanmış bir hayat idi. Kendisini bizzat Bediüzzaman İstanbul’a çağırdı. Risale-i Nur’ların neşir hizmetlerinde faal rol aldı.

Namazların vaktinde ve tadil-i erkân ile kılınması konusundaki hassasiyeti dillere destan olmuştu. Sonunda, ecel kendisini, ezan okunurken, hasta yatağında namaz kılar halde buldu.

***

Ankara Medrese-i Yusufiyesinde

"Mektubat'ın son formaları basılırken Nazilli'de bir hâdise olmuş, bunun üzerine gazeteler Nur Talebeleri aleyhinde yalan beyanlarda bulunup havayı bulandırmak istemişlerdi. Üstadımızın hizmetinde bulunanlar, gazetelerin bu yalan ve iftiralarını ortaya koyup hakikatı bildiren bir lâhika mektubu neşredip, Nur Talebelerine göndermişlerdi. Daha  okunaklı olması ve daha fazla kimsenin istifade edebilmesi gayesiyle Mustafa Türkmenoğlu, bu lâhika mektubunu matbaada bastırmıştı. O esnada Mektubat'ı kamyona yüklemiş, İstanbul'a götürmek için hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Türkmenoğlu ile ikimiz İstanbul'a hareket ettikten sonra matbu mektubu bahane ederek 'Nurcular beyanname dağıttılar' şeklinde gazeteler hücuma geçtiler. Ankara C. Savcılığı mektupta ismi bulunanların derhal gıyabî tevkifatını kesmiş, Türkmenoğlu ve benim tevkifim için de İstanbul emniyetine haber salmış. Ertesi günü âşina olduğumuz polisler bizi 1. Şubeye götürdüler. Bir gece misafir kaldıktan sonra trenle polis nezaretinde Ankara'ya gittik. Gıyabî tevkif, vicâhîye  çevrilerek Ankara merkez hapishanesine gönderildik.

"Bizden evvel Zübeyir Gündüzalp, Ceylân, Sungur, Ahmed Kalgay Ural ve Tahirî Mutlu ağabeyler orada idiler. Kaderde tayin edilen rızkımızı orada yemek varmış. Ürpermeden, çekinmeden ve aslâ fütur getirmeden Medrese-i Yusufiye'ye alıştık. Mahpuslar bizlere azamî hürmet ediyorlardı. Biz de onlara nasihat ediyor, Risalelerden okuyorduk.

"Dr. Tahsin Tola, İstanbul Barosu avukatlarından Av. Bekir Berk'e bizim davamızı almasını rica etmiş, o da memnuniytle kabul ederek vekâletname tanzim edilmek üzere ziyaretimize geldi. Vekâletname tanzim edildi. Bize ilk sorusu şöyle olmuştu: 

"Arkadaşlar! Biz sizlerin bir an önce hapisten çıkmanız için mi çalışalım; yoksa inandığınız dava için mi müdafaa yapalım?' 
Biz hep beraber, 
'Bizler burada on  sene yatsak razıyız. Siz Risale-i Nur'daki ulvî davanın müdafaasına çalışınız.' dedik.

Bu şekildeki cevabımız genç avukatın ruhunda şimşekler çaktırdı. Umumiyetle bütün avukatlar müvekkilleriyle 'Aman avukat bey! Beni bu hapishaneden çıkar da ne olursa olsun' şeklinde muhatap olduklarından, bizim o şekildeki cevabımız karşısında takdir duygularını ifade etti. Ve bize bu ruhu nakşeden kuvvetin menbaını, Risale-i Nur'u okuma ihtiyacı duyarak Nur Külliyatını kısa zamanda mütalaa etmişti. Artık müdafaa kolaydı.

"Maznun sandalyesinde oturan masum insanların tek suçu iman hakikatlarına susamış bir milletin mânevî yardımlarına koşmaları, vatan, millet din sevgisinin kalblere nakşedilmesi için Risale-i Nurlarla hizmet etmeleri, her türlü şer kuvvet ve materyalist zihniyetle Allah rızası için mücadeleleri idi.

"Müdafaa bu çerçeveler mucibince hazırlanadursun, savcılık makamı da iddianamesini tanzim etmiş, şahsî nüfuz ve menfaat temini gayesi ile propaganda yaptığımızı ileri sürerek tecziyemizi istemişti. En ufak bir telaşımız yoktu. Bütün düşüncemiz Risale-i Nur'u en güzel şekilde müdafaa edebilmekti, onun hakikatlarını mahkeme heyetine ve dinleyicilere duyurabilmekti.

"Nitekim öyle de oldu. Bütün maznunların müdafaalarının mihrak noktasını, Risale-i Nur'un hakikatlarını beyan, Muhterem Üstad'ın gaye ve maksadını izah ve onun yüksek şahsiyetini bir nebze olsun dile getirmek teşkil ediyordu.

/Son Şahitler 

******

Bugün aynı zamanda Tahiri Ağabey'in vefat yıldönümü. Allah rahmet eylesin.

Tahirî Mutlu, 1900 senesinde  Isparta’nın Atabey kasabasında doğdu.

Ailesi, dinî hassasiyete sahip olduğundan, onu mânevî değerlerin ön planda tutulduğu bir atmosfer içinde yetiştirmeye çalıştı.

Askerlik yaşı geldiğinde, Anadolu’da İstiklâl Harbi yaşanıyordu. Nitekim, kendisi de vatanî hizmetini Millî Mücadele saflarında yaparak gazilik unvanı ile madalyasını kazandı. Bilâhare, kendisine gazilik maaşı bağlandıysa da, o bu maaşı almayı uygun görmeyerek reddetti.
*

Tahirî Mutlu, 1943’te Denizli ve 1948’de Afyon hapishanelerinde yattı. Bunun dışında, 1958’de Ankara ve 1960’ta Isparta’da ayrıca hapis yattı. Ve fakat, çekmiş olduğu bütün bu çileli, eziyetli, meşakkatli muameleler, onu asla yıldırmadı; bilâkis, sadâkat ve gayretini daha da ziyadeleştirmeye birer vesile oldu.

*
En belirgin vasıflarından biri olarak “takvâda birinci” gelen Tahirî Mutlu, aynı zamanda “Nur fabrikası”nın da sahiplerinden mümtaz bir şahsiyettir.
Millî Mücadelenin gazilerinden olan Tahirî, Risâle-i Nur ile tanıştıktan sonra, bütün hayatını bu dâvâya hasretmiş ve bu daire içinde hizmet etmeyi hayatının en büyük gayesi haline getirmiş veli bir zât olduğu, onu yakından gören ve tanıyanlarda sağlam bir kanaat halini almıştır.
*
Hakikaten, Nur havuzu içinde erimiş, fâni olmuş bir “Isparta kahramanı” idi.Hele, onun 1942’de varını-yoğunu satarak İstanbul’a gidip Âyetü’l-Kübrâ Risâlesi’ni gizlice tabettirmesi, hasıl olan azim neticeyi düşündükçe, hakikaten Tahirî Mutlu’yu Nur dairesinde erişilmesi neredeyse kàbil olmayan bir “manevî kahraman” yapmıştır.

 


Youtube



Youtube