Fena Fi’n-Nur Mustafa Sungur

01.12.2018


Mustafa Sungur (1929-2012)

“Fena fi’n-Nur"

“Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir. Şu istibdat perdesi yırtılacak, ben de gelip burada medresemi yapacağım.”Bediüzzaman Said Nursî’nin Rus polisine bu sözleri söyleyişinden seksen yıl kadar sonra, Bitlis ile Tiflis resmen kardeş şehir ilân edildi. Ve Bediüzzaman’ın en yakın talebelerinden Mustafa Sungur, burada Üstadının medresesini açtı.

Bediüzzaman’ın “Hayatım hayatınla devam edecek” dediği iki kişiden biriydi Mustafa Sungur. Her nefesi Nur’a adanmış bereketli ömrü, Üstadının nice hayallerinin bir bir gerçekleştiğini gördü, berzah âlemindeki Üstadına nice müjdeler gönderdi buralardan. Nitekim “Sungur, sen göreceksin,” demişti Üstadı ona. “Bu hizmetin meyvesini sen göreceksin, kabrime gelip bana anlatacaksın.”

Mustafa Sungur Eflani’de dünyaya geldi. Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra, öğretmenliğe başladığı yıllarda Risale-i Nur’u tanıdı. 1947’de Bediüzzaman Hazretlerini Emirdağ’da ziyaret etti. Ondan sonrası, bütünüyle Üstadın ve Risale-i Nur’un sevdasına boyanmış bir hayattan ibaretti. Üstadının peşi sıra Afyon hapsine girebilmek için aylarca uğraştı. Emeline muvaffak olduğunda, çiçeği burnunda bir öğretmendi, yeni evliydi ve beşikte iki çocuğu vardı. Afyon’dan sonra, 1953’te Samsun’da da hapis yattı. 1954’ten itibaren, Zübeyir Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Tahirî Mutlu, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram ile birlikte, sürekli olarak Bediüzzaman Hazretlerinin yanında kaldı. Bu arada defalarca yargılandı, hapislere girip çıktı. Üstadın vefatından sonra ise, Anadolu’da ve dünyada, özellikle Rusya ve Türk cumhuriyetlerinde iman meş’alesini burçtan burca taşıdı, yüz binlerce kişinin Nurlarla tanışmasına ve ebedî hayatlarının kurtulmasına vesile olan hizmetlere öncülük ederek, Üstadının “Hayatım hayatınla devam edecek” sözünü hayatıyla tasdik etti.

 

Risale-i Nur’da Mustafa Sungur

Ben kendim zehir hastalığıyla şiddetli hasta olduğumdan ve kendi hukukumu müdafaa edemediğimden, Sungur’u kendime vekil ediyorum. Eski hükümetin bana karşı yirmi senelik işkenceyle bu tahribatın kaldırılmasını adaletperver yeni hükümetin bakanlarından bekliyorum. Kardeşlerimden Mustafa Sungur’u tevkil ediyorum.

Benim Abdurrahman’ım ve küçücük bir Hüsrev namını alan Ceylân, vazifesini iki üç yerde tam yaptı, geldi. Şimdi daha büyük bir vazife için Ankara’ya Sungur gibi bir vekilim olarak gönderiyorum.

Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda, hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tâhirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.

Afyon hapsindeki müdafaasından:

Sayın hâkimler,

İman ve İslâmiyeti en yüksek bir sevgi ve iştiyakla öğreten ve rıza-yı İlâhîden başka bir hedef ve maksat tanımayan ve bu asırda Kur’ân’ın bir mucize-i kübrası ve tefsir-i nuranîsi olduğu kat’î tahakkuk eden Risale-i Nur’u okumak ve yazmak ve onun hakaik-i imaniyeyi ders veren risalelerini mü’min kardeşlerine vermek bir suç ise; ve dinin evâmir-i kudsiyesinden olan râbıta-i diniye ve uhuvvet-i İslâmiye ve Allah sevgisi uğrunda iman ve Kur’ân yolunda birleşmek gibi mu- kaddes ve İlâhî ve uhrevî kardeşlik bir cemiyet ise, böyle mübarek bir cemiyete mensup olmak benim için büyük bir saadettir. Ve her türlü taltif ve nişanların üstünde bir bahtiyarlıktır. Böyle bir saadet ve bahtiyarlığı kazandıran Risale-i Nur’un talebesi olmak gibi büyük bir lütfu benim gibi bir bîçareye nasip eden Allah’a hadsiz şükürler olsun.