“Risale-i Nur, güzel ahlâkla bugünlere ulaştı”
DR. İMAN EŞ-ŞERİF İLE MÜLÂKAT
EMİNE DEMİRTAŞ SİRKECİOĞLU
Yokuşu zorla tırmanıyorduk. Yokuşun dikliğinde değildi zorluk, nefes aldırmayacak sıcaklıkta havanın bize eşlik etmesiydi asılında. Durup dinlenmeler, elimizdeki sular hiç kâr etmiyordu. Yine de vazgeçmedik. Sayısız mezarın arasından Üstad Bediüzzaman’ın kıymetli talebelerini makamlarında ziyarete gidiyorduk. Öte tarafta, binlerce mezarın arasından kendini bize gösteren bir Haliç ve İstanbul vardı. Gurbeti tadanlara, bakınca huzur veren bir temaşa sergiliyordu. Gerçek diyara gidenlerin bize gurbetçi gözüyle baktığı başka bir âlem de oradaydı. Belki 5-6 kişiydik. Sadece bir iki kelime ile derdimi anlatabildiğim bir Iraklı hanım kardeşime eşlik etmek üzere oradaydım. O abisi ile, ben babamla dahil olmuştuk bu gezintiye. Risale-i Nur’ları abisi vasıtası ile tanıdığı ve Risaleler hakkında doktora yapmaya niyet ettiğinden başka bir şey bilmiyordum İman eş-Şerif hakkında. Mütebessim, meraklı, mütevazi ve ismi gibi iman yüzlüydü gördüğüm. İlim ve Kültür Vakfının Arap dünyasından akademisyenlerle düzenlediği Genç Akademisyenler Toplantısına katılmak üzere İstanbul’a yolu düşmüştü.
Bu görüşmenin ardından Türkiye’de kalmak istediğini söyleyince, onu en güvendiğim yere ve en güvendiğim insana komşu etmek aklıma geldi. Bahçelievler Yayla’da yıllarca derslerine katıldığım bir Nur dershanesi pek tabii İman kardeşime yeni bir durak olabilirdi. O tarihlerde Malezya’da bana 4,5 yıl komşuluk eden arkadaşım Mihrican da orada kalıyordu. Gurbetçinin halinden en iyi gurbetçi anlardı, hakikaten de öyle oldu. Daha sonra onlar hakikatli iki dost oldular. İman kardeşimle zaman zaman TÖMER kaydı, İstanbul’u biraz tanıma gayesi gibi sebeplerle beraber olduk. Daha sonra araya şehirlerin ve hattâ ülkelerin mesafeleri, sonra Musul’un güvenlik sıkıntıları girdi. Bütün bu engelleri aşıp gelen onun rahat ve mutlu olduğu haberleri, gönlümün merak köşesini her zaman hem teselli, hem mutlu etti. Bugün, onunla tanışmamızın üzerinden tam 8 yıl sonra, aynı ağacın iki ayrı kökü, tek bahçede yine buluştu. Bir Arap ve bir Türk, bir Musullu ve bir İstanbullu olarak bizi buluşturan o Nur bahçesinin kardeşlik pınarından yine yudumluyoruz. Aynı fikriyat ve hissiyatın izlerini birbirimizde gördükçe bambaşka bir mutluluğa kavuşuyor, aradaki farklıların ne kadar da kayıtsız izler olduğunu daha iyi fark ediyoruz. Meğer ümmet ve Nur çınarının gölgesinde başka gölgeler kayboluyormuş ve onun serinliği yeni kardeşlikler için yeni iskemleler barındırıyormuş.
İman eş-Şerif bir akademisyen, hem de başarılı bir akademisyen. Kendisi bize kendini şöyle tanıtıyor: İman Ganım Alşerif. Irak, Musulluyum. 1983 yılında doğdum. 2006 yılında Musul Üniversitesinin Tarih bölümünden mezun oldum. Birincilikle bölümü bitirdiğim için aynı üniversitede yüksek lisans yapmaya hak kazandım. 2008 yılında başlayan doktora serüvenim 2012’de bitti. Alanımda önemli bir yeri olan Türk dilini öğrenmem gerektiğini her zaman hissettiğim için Türkçe öğrenmeye karar verdim. Önce İstanbul’da, TÖMER’de, daha sonra Ankara’da birkaç ay kursa gittim. Ardından yurduma döndüm ve üniversitede öğretim görevliliğine başladım. Fakat Musul’un içinde bulunduğu sıkıntılı durum sebebiyle daha ilk yılımı tamamlamadan görevimi bırakmak zorunda kaldım. 3 yıldan beri vaziyet bu şekilde devam ediyor. Bu başarılı hanımefendinin kısa hayat çizgisini dinlerken en çok merak ettiğim soruya gelmişti sıra, Risale-i Nurları ve Bediüzzaman’ı nasıl tanışmıştı? Yüksek lisansa başladığımda hangi konu hakkında yazacağımı çok uzun süre düşündüm. Bu süreçte bir gün ağabeyim geldi ve hocamın tez konum hakkındaki teklifini iletti. “Kardeşin eğer isterse Bediüzzaman Said Nursî hakkında tezini yazabilir” dedi. İlk defa duyduğum bu ismin böyle bir teklifle bana iletilmesine şaşırdım ve merak etmeye başladım. Önceleri sadece İslâmî Terbiye dergisindeki yazılarla karşılaştım. İhsan Kasım ağabeyin makaleleriydi bunlar. Daha sonra Bediüzzaman hakkında okumaya başladım. Önceleri bu konu hakkında bir şey yazamayacağım diye düşünürken, zaman geçtikçe okumalarım arttı ve Allah’ın izniyle başaracağım kanaati sabitleşti. Resmi olarak konuyu belirtmem gerektiğinde zaman, “Türk tarihini çok sevdiğim için Bediüzzaman hakkında yazacağım” dedim. Hocalarım Bediüzzaman’ı tam olarak tanımıyorlardı. Uzun bir konuşmayla onları bilgilendirdim. Konuşmamı bitirdikten sonra şöyle dediler: “Bu konuya ne kadar çok istekli ve ısrarcı olduğunu gördük. Bu da senin başarılı olacağını gösteriyor.” İşte bu şekilde Bediüzzaman ve Risale-i Nur’u tanıma yolculuğum başladı.
Cuma günleri komşularımız Risale-i Nur sohbetine geliyordu. O günler daha başka bir huzurlu ve bereketli oluyordu. İyi kalpli, benimle ilgilenen ve bana değer veren insanların içinde olduğum için hem benim hem ailemin içi çok rahattı.
Genç yaşlarda Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ı tanıyarak heyecanına heyecan katmıştı Dr. İman eş-Şerif. Bunu birçok ifadesinden okumak mümkündü. Bir de anlattıklarındaki yap-bozu tamamlayınca, kaderin ve onu mutlu eden hayallerin kesiştiği noktalar daha belirginleşiyordu. Türk tarihi ve onun içinde Bediüzzaman, Türkçe öğrenme isteği ve onunla gelen Türkiye, Risale-i Nur ve Nur kardeşliği…
Şu noktaların altını çizerek bize bu serüveni anlattı: Türkiye’yi birçok kez ziyaret ettim. İlk ziyaretim 2009 yılında, İstanbul İlim ve Kültür Vakfındaki Genç Akademisyenler Toplantısı için oldu. Buraya gelişimle birçok insanı tanıma fırsatım oldu. Onları ve içlerinde yaşadıkları ortamı daha iyi anlamak için kalmaya karar verdim. İhsan Kasım ve Kenan Demirtaş ağabeylerin yardımıyla bu süreç daha kolay oldu. Çok sevdiğim insanların olduğu Bahçelievler-Yayla’da, bir süre de Ankara-Gölbaşında kaldım. Bulunduğum yerlerdeki insanların varlığı benim bu yolculuğumu hem kolaylaştırdı, hem de daha sonra bana çok güzel hatıralar bırakacak dostlukları bana kazandırdı. Hepsinin yeri o yüzden çok önemli benim için. Özellikle Ankara’da Türklerin yaşantısı, düşüncesi ve günlük hayatı hakkında çok bilgi edindim. Kaldığımız yer bir Nur dershanesiydi.
Arkadaşlarım Risale-i Nur okuyor ve anlatıyorlardı. O zamanlar Türkçem iyi değildi ama ben de okuyordum, belki çok iyi anlayamıyordum ama bu okumalar ve anlatışlar beni çok rahatlatıyordu. Cuma günleri komşularımız Risale-i Nur sohbetine geliyordu. O günler daha başka bir huzurlu ve bereketli oluyordu. Her iki şehirde de kendimi hep güvenli ve huzurlu hissettim. İyi kalpli, benimle ilgilenen ve bana değer veren insanların içinde olduğum için hem benim hem ailemin içi çok rahattı. Dr. İman bir tarihçi olarak Türk tarihine çok ayrı bir ilgi duyuyor, bu sebeple Türkçesini geliştirmesi gereğini hep hissediyordu. Türkiye ziyaretleri bu hayalini geçekleştirmesinde büyük bir vesile olmuştu. Hayal yolu Risale-i Nur ile yolu kesiştikten sonra bu ilgi ve hayali biraz daha perçinlenmiş oldu: Türk tarihi okuduğum için Türkçeyi öğrenmem lâzımdı. Risale-i Nur’u İhsan Kasım’ın Arapça tercümesinden okumak bizim için artık hem çok büyük kolaylık, hem de çok büyük bir keyif. Benim Türkçe okuma isteğim, Türkiye’de Nur talebelerini gördüğümde arttı. Risaleleri daha iyi tanımak ve anlamak istedim. Ve öğrenince yeni bir hayata dahil olduğumu hissettim. İlk zamanlar evet, biraz zorlandım. Ama günler geçtikçe hocalarımla, arkadaşlarımla öğrenmek daha kolay oldu. Hayatımda hiç unutamayacağım günlerim oldu. Daha sonra Türk tarihi kaynaklarını okumaya başladım.
Böylece hayallerime kavuştum. Dr. eş-Şerif Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ı tanıma sürecinde başka fikir adamlarıyla da tanışma fırsatı bulduğunu, akademik olarak kendi tezi hakkında farklı fikirlere ulaşma imkânına kavuştuğunu da ekledi: İstanbul’daki İlim ve Kültür Vakfı tarafından yapılan 2009’daki Uluslararası Genç Akademisyenler Konferansına katıldığımda farklı Arap ülkelerden gelen akademisyenlerle tanıştım. 2010 ve 2011’de yapılan 2. ve 3. konferanslara da iştirak ettim. Bunlar benim için gerçekten çok farklıydı, çünkü katılan hocalar ve öğrencileri çok sayıdaydı ve büyük çoğunluğu farklı ülkelerden gelmişti. Katılan hocalardan tezim için Nur cemaati hakkında farklı bakış açılarından bilgiler verdiler. Bunun dışında bazı Nur talebeleriyle, özellikle Mehmet Fırıncı ile çok faydalı, uzun bir röportaj yapma fırsatım oldu. Hasan Hafidi beyefendinin tercümanlığı ile yaptığımız bu röportaj bana çok şey öğretti. Dr. İman artık bütün dünyasını oluşturan bir hakikat ile karşı karşıyaydı: Risale-i Nur ve Bediüzzaman. Ona göre Risale-i Nur nasıl bir eserdi ve en çok hangi yönü kendisini ona bağlamıştı?
Risale-i Nur tam bir ilâç. Öyle bir ilâç ki hiç eskimiyor, bütün zamanlarda ona ihtiyaç var. Nefsi ıslah eden bir ilâç ve buna her zaman ihtiyacımız var. Onda çok önemli bir hasiyet var, ne zaman açıp okusanız sanki şu an yazılmış ve şu anki dertlere deva gibi.
Risale-i Nur, evet, bir tefsir kitabı. Ancak diğer tefsirlerden farklı, kelime kelime mânâ veren bir tefsir değil. İmanı ispat eden hikâyelerle, dersler ve değişik anlatımlarla dolu bir tefsir. Kuran-ı Kerim Arapça olduğu için Türklerin onu anlaması zor, özellikle 1923-1950 yılları arasında yapılan dildeki değişikliklerden sonra. Türklerin imanını muhafaza etmek ve her çağa uygun bir şekilde ispat etmek için Bediüzzaman Risale-i Nur’u yazdı. Başına gelen bütün sürgünlere, hapishanelere rağmen yazmaya devam etti ve gizli gizli hem anlattı, hem yaydı. Risale-i Nur tam bir ilâç. Öyle bir ilâç ki hiç eskimiyor, bütün zamanlarda ona ihtiyaç var. Nefsi ıslah eden bir ilâç ve buna her zaman ihtiyacımız var.
Onda çok önemli bir hasiyet var, ne zaman açıp okusanız sanki şu an yazılmış ve şu anki dertlere deva gibi. Bunu ben yazarına bağlıyorum. Çünkü Bediüzzaman bu eseri ortaya koyarken kimseden yardım olmadan, başka eserleri tekrar etmeden yazmış. Ondaki diğer bir özellik sanki okuyan için özel yazılmış gibi hissettirmesi. Ne zaman okumaya başlasanız, “Bu Risaleler benimle konuşuyor” diye düşünüyorsunuz. İçindeki “Sen, bil, dikkat et…” gibi ifadelerle karşılaştıkça bu his bende oluşuyor. Başka bir yönü ise: Bu kitap öyle bir solukta okuyup rafa kaldıracağınız bir eser değil. Evet, ilk elinize aldığınızda anlamakta güçlük çekiyorsunuz, ama yavaş yavaş okumaya devam ettiğinizde daha çok anlamaya, daha çok hissetmeye başlıyorsunuz. İçine girdikçe bu kitabın rafa kaldırılmayacak bir eser olduğunu fark ediyorsunuz. Bu eserin en önemli özelliklerinden diğeri de onu okuyan talebeleridir.
Her âlim, yazar ve mütefekkir böylesine bir fedakârlık hissiyatıyla okudukları eserlere, hakikatlere sahip çıkmıyor. Bu da Risale-i Nur’un tesirinin ortaya çıkmasında önemli bir nokta. Konuşmamızın tam da bu noktasında merak ettiğim bir noktayı da soru olarak yöneltmiş oldum. Dr. İman bunca seyahatleri, konferanslara iştirakleri ve birebir diyaloglarıyla yakından tanıma fırsatı bulduğu Nur Talebeleri hakkında ne düşünüyordu? Böylesine vefalı, çalışkan talebeler olarak onları hakikaten kutlarım. Onların sayesinde Bediüzzaman ve Risale-i Nur’un adı devam etti. En küçük dersten en büyük sempozyumlara kadar, onlar bu amacı gerçekleştirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar. Risale-i Nur’u bu zamana ulaştırmalarına sebep olan, onu okuyup anlatmanın yanında, kendilerindeki güzel ahlâk, edep ve davranışlarıdır. Bunu sadece Üstadın o zamanki talebeleri için değil, şu zamana kadar gelmiş bütün Nur talebeleri için söylüyorum. Sayıları her geçen gün artıyor ve Üstadlarını çok güzel temsil ediyorlar. Üstadlarının birçok sıfatını paylaşıyorlar. Bunu en yoğun şekilde, çok değerli Mehmet Fırıncı’da gördüm.
Belki o, Bediüzzaman’la çok vakit geçirdiği için, bilmiyorum; çok güzel kalpli, merhametli ve Üstadı büyük bir sevinç içinde anlatan bir talebe. Allah ona uzun ömür versin, ölenlere de Allah rahmet eylesin. Risale-i Nur’u ve talebelerini artık yakından tanımış bir Arap hanımefendi Dr. İman. Ona Arapça Risaleler hakkında ne düşündüğünü sorduğumda şunları söyledi: Risaleleri ilk okuduğumda sanki Arapça yazılmış gibi geldi bana. Bediüzzaman Mesnevî-i Nuriye ve İşârâtü’l-İ’câz kitaplarını zaten Arapça yazmıştı. Onları ilk okuyan kimse, bu eserlerin bir Kürt tarafından, Türkiye’de yaşayan bir âlim tarafından yazıldığını anlayamıyor. Kullandığı Arapça çok güzel ve çok yüksek seviyede bir dil. Diğer Risaleler İhsan Kasım ağabeyimiz tarafından Arapçaya tercüme edilmiş. Onların çevirisine de hayranım. Kendisi tercümeyi uzun yıllar sürmesine rağmen usanmadan bitirmiş. Ve Araplar bu sayede Risalelerden çok istifade ediyorlar. Bazen kendi kendime düşünüyorum, bu tercüme olmasaydı Araplar bu Risaleleri nasıl tanırlardı diye. Bütün Araplar adına kendisine sizin huzurunuzda teşekkür ediyorum. Allah ondan razı olsun.
Risale-i Nur’u bu zamana ulaştırmalarına sebep olan, onu okuyup anlatmanın yanında, Risale-i Nur talebelerindeki güzel ahlâk, edep ve davranışlarıdır. Bunu sadece Üstadın o zamanki talebeleri için değil, şu zamana kadar gelmiş bütün Nur talebeleri için söylüyorum. Sayıları her geçen gün artıyor ve Üstadlarını çok güzel temsil ediyorlar.
Ben bu süreçte Bediüzzaman ve Risale-i Nur ile ilgilenen farklı ülkelerden birçok Arap hocayla tanışma fırsatı buldum, İmadüddin Halil, Ammar Jidal, Edip ed-Dabbağ, Süleyman Aşrati gibi. Bu değerli şahsiyetler, bu konuda hem kitap hem makaleler yazmışlar. Öğrenciler de bu konularda çok sayıda yüksek lisans ve doktara tezleri hazırlamış ve hazırlamaya devam ediyorlar. Aslında bu noktada hocam İbrahim Halil el-Allaf’ın şu sözlerini aktarmak isterim: “İslâmiyet hakkında en güzel fikre sahip biridir Bediüzzaman. Hakimlere en yüksek perdeden hakikatleri haykırmıştır. Müsbet hareketi savunmuştur.
Müslümanların, hayatlarına yeni giren ve onları imanlarından uzaklaştıracak fikirlere karşı imanlarını muhafaza etmeleri için Risale-i Nur’u yazmıştır. Ve elhamdülillah amacına ulaşmıştır. Yalan, küfür ve nifakla savaşmış ve hakikî imana davet etmiştir. Ben onu çok seviyorum ve yazdıklarını okuyorum, onlardan çok faydanıyorum.” Dr. İman’ı dinlerken zihnimden hocalarımın çokça söylediği bir ifade ve hatta bir tavsiye geçti. Derlerdi ki: Eğer tezinizin başarıya ulaşmasını istiyorsanız ona bebeğiniz gibi sahip çıkmalısınız, hergün onu beslemeli ve geçmiş-gelecek sorgulamalarını yapmalı, onla yapıp onla kalkmalısınız. Dr. İman’a bakınca bir akademisyenin bir eseri, fikri veya şahsiyeti araştırmasından çok farklı bir tablo ile karşı karşıya kaldığımı gördüm. O çoktan bu bebeği büyütmüş, ektiği tohumları yeşertmişti. Şu sözlerini duyduğumda bu kanaatim netleşmiş oldu:
Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ı yüksek lisans tezim için çalışmaya başladığımda her okuduğumu ve yazdığımı ailemle mutlaka paylaşıyordum. Zaman geçtikçe Bediüzzaman günlük hayatımızın bir parçası oldu. Üniversitede aynı şekilde hocamalarıma onu anlatmaya devam ediyordum. Hattâ bir hocam bunun için bana teşekkür etti ve “Sayende Bediüzzamanın kim olduğunu daha çok anladım” dedi. O zaman kadar kütüphanemizde sadece birkaç Risale vardı. Bunun yetmeyeceğini hissettiğimde bütün külliyatı alıp kütüphaneye hediye ettim. Böylece herkes hepsinden istifade edecekti. Zaman zaman başka şehirlerden Bediüzzaman ve Risaleler hakkında çalışma yapan öğrenciler geliyorlar ve sorular soruyorlar. Öğrenciler yüksek lisans ve doktoralarını hazırlarken bazı noktaları sorma ihtiyacı hissediyorlar. Ben de büyük bir sevinçle sorularını cevaplıyorum. Bediüzzaman’ı ve Risaleleri tanıttığım için çok mutlu oluyorum.
Bağdat Üniversitesinden bir hoca tezimi okumuş ve yazdıklarımı çok beğenmiş. Yüz adet kopyasını alıp severek okuyanlara dağıttı. İnşallah Musul’un durumu düzeldiğinde Bediüzzaman ile ilgilenen hocalarla Edebiyat Fakültesinde çalışmalar düzenleriz ve bu fikri daha çok anlatırız. Uzun soluklu, dolu dolu bir görüşmeydi bu. Görüşmemizin birçok noktasını satırlara dökmek nasip oldu, fakat birlikteliğin oluşturduğu hissiyat ve beraberliğin bereketini, huzurunu, mutluluğunu tarif etmek mümkün olamayacak. Bu görüşme zihinlerimizde güzel bir hatıra olarak kalacak. Her Risale-i Nur okuyucusu bu hissi satırlardan da hissediyor. Çünkü aynı pınardan içen bu insanları birbirinden uzak tutmaya ne zaman ne mekân muvaffak olamıyor. Zamanın maneviyat boyutu, fiziğin ötesinde, azları çok, imkânsızlıkları mümkün kılıyor. Bize de Musul’dan doğmuş bir güneşi İstanbul’dan temaşa etme fırsatını verdi. Zamanın ve mekânın Sahibine bin şükür! Kardeşlik hissini, dâvâ nimetini Nur çınarı altında yaşamayı bize ihsan eden Rabbimize bu sohbetleri Cennette de ihsan etmesi duasıyla…