Arama Şekli Hangi İçeriklerde Aranacak Yerler Sayfalandırma






MÜSBET HAREKETİN BİR ESASI VE NETİCESİ OLARAK EMNİYET VE ÂSÂYİŞ

22.03.2019 - Mehmet Dilek (Yazı)

MÜSBET HAREKETİN BİR ESASI VE NETİCESİ OLARAK EMNİYET VE ÂSÂYİŞ

 

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Dilek

Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

mdilek25@hotmail.com; mehmetdilek@akdeniz.edu.tr

Antalya/Türkiye

 

Bediüzzaman Said Nursi (1878-1960), talebelerine verdiği en son derste, “Bizler âsâyişi netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”[1] demiştir. Menfi hareketi değil müsbet hareketi esas aldığını her defasında ifade ettiği kitaplarında, müsbet hareketin âsâyiş ve emniyeti netice verdiğini izah etmiştir.

Bu tebliğde, müsbet hareketin bir neticesi hem de bir esası olan “Emniyet ve Âsâyiş’in” önemini Risale-i Nur çerçevesinde ele almaya gayret ettik. Öncelikle emniyet ve âsâyiş kelimeleri üzerinde durup, sonra Risale-i Nur’da emniyet ve âsâyiş konusunu değerlendirmeye çalıştık.

 

I- EMNİYET VE ÂSÂYİŞ KELİMELERİ

 

A. Emniyet

Emniyet kelimesi Arapça bir kelime olup - ا م ن -   kökünden türemiştir. “Emn” sözlükte; güvenmek, korku ve endişeden emin olmak, nefsin bir şeyle sükûnet bulması anlamına gelir. Emniyet, korkunun zıddı, Emânet ise hıyânetin zıddıdır. Yine aynı kökten türeyen iman kelimesi de küfrün zıddı anlamındadır.[2] İbn Sîde (ö. 458/1066) emniyetle aynı anlamda olan el-emn kelimesinin de korkunun zıddı anlamında olduğunu ifade etmiştir. Kur’an ve hadislerde kullanılan el-emenetü kelimesi de emniyet ile aynı anlama gelmektedir.[3]

 el-Emn lafzı Kur’an-ı Kerim’de 27 yerde geçer. [Dört yerde mastar, on dört yerde fiil, beş yerde ism-i fâil, dört yerde isim olarak geçer.] el-Emn kelimesi Kur’an’da hıyânetin zıddı olan emânet[4], korkunun zıddı olan emniyet[5] ve güvenlikli yer[6] olmak suretiyle üç anlamda kullanılmıştır.

 

B. Âsâyiş

Âsâyiş kelimesi köken itibariyle Farsça olup "huzur, rahatlık, sükûn" sözcüğünden alıntıdır. Örneğin “âsâyiş berkemal”, ifadesi güvenliğin yerinde olduğunu anlatan bir sözdür.

Bediüzzaman’ın Uhuvvet Risalesinde Hâfız Şirâzî’den (1318-1389) nakletmiş olduğu bir şiirde âsâyiş kelimesi geçmektedir.

آسَايِشِ دُو گِيتِى تَفْسِيرِ اِينْ دُو حَرْفَسْتْ

بَادُوسِتَانْ مُرُوَّتْ بَادُشْمَنَانْ مُدَارَا

  Yani: "İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muâşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir." [7]

Said Nursi, burada söz konusu kelimeyi rahat ve sükûnet anlamında tercüme etmiştir.

Kur’an ve Sünnet çizgisinde hayat geçiren ve toplumu da bu anlamda eğitmeye çalışan Bediüzzaman Said Nursi, bütün hayatı boyunca emniyet ve âsâyişe çok önem vermiştir. Millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesinin anarşilikten kurtulması ve büyük tehlikelerden halâs olması için, beş esasın lazım ve zarurî olduğunu belirterek bunlardan birinin de emniyet olduğunu açıklamıştır.[8]

Öte yandan şahsının, hem yazdığı Risale-i Nur Külliyatı’nın hem de talebelerinin her zaman âsâyiş ve emniyete hizmet ettiklerini gerek müdafaalarında ve gerekse yazdığı diğer risalelerinde sıklıkla dile getirmiştir.

 

II. RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDA EMNİYET VE ÂSÂYİŞ KONUSU

Bediüzzaman, mahkemelerdeki müdafaalarında memleketin emniyet ve âsayişine hizmet ettiğini talebelerinin de birer fahri âsayiş muhafızları olduğunu söylemiştir:

“Biz ki beşyüz bin fedakâr Nur talebeleri, memleketin her tarafında emniyet ve âsâyişin fahrî manevî muhafızlarıyız; bize böyle bir isnadda bulunmaları günahların en büyüğüdür. Onlar bize o kadar zâlimane ihanetlerde bulundukları halde; biz aslâ hislerimize kapılmayarak, gönüllerde emniyet ve âsâyişi temin yolunda, iman ve Kur'an’a hizmet yolunda, gafletle anarşiye sapanları, düştükleri fevzâ gayyasından kurtarmak yolunda çalışmaktan bir an hâlî kalmadık.”[9]

Öte yandan kendisini, Emniyet Müdürü hesabına sorgulayan bir polise: "Eğer bin müddeiumumî ve bin emniyet müdürü kadar bu memlekette emniyet-i umumiyeye hizmet etmemiş isem -üç defa- Allah beni kahretsin!"[10] demek suretiyle bizzat şahsının emniyet ve âsâyişe ne kadar çok hizmet ettiğini dile getirmiştir.

Bu ve benzeri pek çok ifadelerinde Said Nursi, kendinin, talebelerinin ve yazdığı eserlerin, memleketin âsayişine hizmet ettiklerini belirtir. Hayatı boyunca asayişi ihlal edici tavırlardan kaçınmış, ihlal etmeye teşebbüs edenleri de şiddetli bir şekilde uyarmıştır.  İleride temas edeceğimiz üzere bu davranışının dayanağını da Kur’an’dan aldığını ifade etmiştir. Risale-i Nur’a baktığımızda özellikle hizmet metodu olarak bir yol gösterici hükmündeki mektuplarda emniyet ve âsâyişe vurgu oldukça fazladır.  

 

  A.Emniyet ve âsâyiş, terakki ve ticaretin esasıdır

Said Nursi, emniyet ve âsâyişin terakki ve ticaretin esası[11] olduğunu belirtir. Emniyetin yolunda olup iyi olması, rızık elde etmek için olumlu bir sebeptir. Şayet emniyet olursa insanların yeryüzünde dolaşmaları ve ticaret yapmaları kolaylaşır, rızık kapıları açılmış olur. Emniyet olmazsa rızık fayda vermez, yemek rahat yenemez. Her tarafından korku saldıran bir insanın, hayati anlamda emniyeti yok ise bu kişi nasıl yemenin içmenin lezzetini tadabilir. Bu sebeplerden dolayıdır ki, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in duası[12] olarak aktarılan bir âyette onun yedi tane isteğinin olduğu, bunlardan birincisinin emniyetli yer, ikincisinin rızık talebi olduğu görülmektedir. Emniyetin rızıktan da büyük bir nimet olduğunu bu âyet-i kerimeden anlamaktayız. Çünkü âyette emniyet nimeti rızık nimetinden önce zikredilmiştir. Müfessir Fahreddin Râzi (ö.606/1210) bu konuda şöyle bir yorumda bulunmuştur:

 “Bu duada, önce emniyet nimetini istemek, güvenliğin, nimet ve hayır çeşitleri içinde en büyüğü olduğuna; din ve dünya maslahatlarından her şeyin ancak onunla tamamlanacağına delalet eder.”[13] Emniyetin bu öneminden dolayıdır ki, Hz. Peygamber Ubeydullah b. Mıhsân el-Ensârî’den gelen bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Malı (ve nefsi)[sirb-آمِنًا فِي سِرْبِهِ] hakkında emniyet içinde olan, günlük yiyeceği yanında olduğu halde vücudu sıhhatli bulunan, dünyayı (bütün menfaatlerini) kazanmış gibidir.”[14] Bu hadiste geçen “sirb” kelimesi hayvan sürüsüne ve özellikle deve topluluğuna denir. En kıymetli mallardan sayılmaları itibariyle, her çeşit diğer mallar da bu “sirb” manası şümûlüne girerler. Hatta lügat âlimlerinden bir kısmı sirb'e nefis ve zât manasını verirler. [15] Bu manalara göre, mal ve can emniyeti içinde bulunmak demek olur. Onun için mal ve can emniyeti çok büyük önem taşır ve dünya nizamının kurulması ve huzurla sükûnun temini için bu emniyeti sağlamak şarttır.

Aynı yerde Fahreddin er-Râzi, emniyet mi, yoksa sıhhat mi daha üstün ve hayırlıdır? gibi bir soru sorulduğunda emniyetin daha yüksek olduğunu bir misal vermek suretiyle izah eder. Böyle dünyevi bir menfaati olan talebi, İbrahim peygamber niçin yapmıştır?  şeklinde bir soruya da üç açıdan bunun uygun olduğunu söyleyerek cevap verir:

1. Bir ülke emniyetli olup orada bolluk ve refah hüküm sürerse, o ülkenin insanları Allah’a itaat konusunda daha bol vakit bulur, böyle olmadığı zaman ise oranın halkı bu durumda olmaz.  

2. Allahu Teâla Mekke’yi insanların sevap elde edeceği bir yer kılmıştır. İnsanlar ise oraya gitme imkânını ancak, yollar güvenlik içinde olup ve oradaki yiyecekler ucuz olduğu zaman bulurlar.

3. Emniyet ve bolluğun insanları bir memlekete gitmeyi özendiren şeylerden olması, uzak görülecek bir ihtimal değildir. O zaman muazzam dinî alâmetler ve şerefli menziller müşahede edilir ve emniyet ile bolluk insanın taati ifa etmesinin sebebi olur.[16]

Şüphesiz, İbadetleri yapabilmek için de emniyet önemlidir.[17] Hacc’ın şartlarından biri emniyettir. Hac nafakasını bulduğu halde ona yol emniyeti yoksa hac farz olmaz.[18]

B. Emniyet ve Âsâyişin İhlâlinde Daha Çok Masum İnsanlar Zarar Görür

Bediüzzaman Said Nursi, müsbet hareketin zıddı olan menfi harekette masumların zarar göreceğini ifade ederek yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemesi için, bütün kuvvetiyle dâhildeki emniyet ve âsâyişi muhafaza etmeye çalıştığını ve Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak gerektiğini Kur'an-ı Hakîm’den ders aldığını ifade etmiştir.”[19] Ayrıca; “Bu milletin âsâyişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım.”[20] Diyerek bu konudaki hassasiyetini ve fedakârlığını dile getirmiştir.

Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı bir mektubunda da masumlara dokunmanın gazab-ı İlâhînin celbine vesile olacağını ikaz anlamında şu ifadelere yer vermiştir:

“Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için gemiye ve haneye ilişmemek lâzım—tâ ki mâsum çıkıncaya kadar. İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dâhiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur. Madem Cenâb-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kısım hakikî dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’ân-ı Hakîm’in bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor.”[21] Bu anlamda emniyetin ve âsâyişin temel taşının, bir kanun-u esasî hükmünde olan “Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez”[22] âyeti olduğuna Külliyâtın pek çok yerlerinde değinmiştir.

Kendisinin güya âsâyişi ve emniyeti ihlâl etmek istediği şeklinde yapılan iftiralara karşı Kur’ân-ı Hakîm’den aldığı hakikat dersinin, âsâyişi muhafaza yönünde olduğunu ve bir yerde âsâyiş bozulduğunda masumların çok zarar göreceğini dolayısıyla adâlet-i Kur’aniye’nin buna izin vermediğini talebelerine de ders verdiğini ifade etmiştir.[23]

Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda Allah’ın mü’minlere ve bütün insanlara vermiş olduğu nimetleri hatırlamalarını emrettiğini görmekteyiz. Bu nimetlerin başında emniyet gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bize üsve yani uyulması gereken örnek olarak sunulan Hz. İbrahim, duasında; "Rabbim! Burasını emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve âhiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır"[24] diyerek oturulan mekânın yani Mekke’nin emin bir belde olmasını talep emiştir. İnsanın kulluk dahil maddi manevi her çeşit şahsiyetini gerçekleştirebilmek için libas, gıda, nikah kadar, can emniyetine de ihtiyacı vardır. Kişi, mal, can, ırz, fikir ve inanç gibi şahsiyetini tamamlayan hususlardan birinde hürriyet ve emniyetini kaybedecek olursa, hayat esarete dönüşür ve çekilmez olur, yaratılış gayesi gerçekleşmez, gerçekleştirilemez. Bu sebeple olacak ki, Hz. İbrahim aleyhisselam kendini sevenlere ve hanif dinine tabi olanlara, bizlere, işin başında bir uyarı olmak üzere, emniyetli bir yurt hedefi göstermektedir.[25]

Yûsuf aleyhisselam, uzun bir ayrılıktan sonra yanına gelen anne babasının Mısır’a girmelerini ve orada emniyet içinde olmalarını talep etmiştir; “Vaktâ ki, Yusuf'un yanına girdiler, babasıyla anasını yanına alıp kucakladı ve dedi ki: «Mısır şehrine inşâallah, emin olarak giriniz.»[26]

 Musa aleyhisselam Tûr dağında Allah’ın emri ile elindeki âsayı atınca, yılan gibi deprenmeye başlamış,  O da bunu görünce dönüp arkasına bakmadan kaçmıştı. Bunun üzerine Allah:  “Ey Musa! Beri gel korkma sen emniyette olanlardansın.”[27]  Buyurmuştur.

Muhammed aleyhisselam Mekke’yi fethettiğinde oradakilerin emniyete nail olacaklarını bildirmiştir; “Her kim Ebu Süfyan'ın evine girerse o emniyettedir, ona kimse dokunamaz, kim evine kapanırsa emniyettedir, kim silahını atarsa o da emniyettedir, kim Mescid-i Harâma girerse emniyettedir.”[28]

Kur’an-ı Kerim’de, emniyet cennetin bir vasfı olarak da anlatılır: “Muhakkak ki muttakîler cennetlerde ve pınarların başındadırlar. Girin oraya selametle emin olarak.”[29] “…Onlar cennet köşklerinde emniyet içindedirler.”[30] “…Onlar orada emiyet içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler.”[31]

Kur’an’ın ilk müfessiri Hz. Peygamber’in hadislerinde de emniyet ve âsâyişe vurgu yapılır.

İsa aleyhisselamın âhir zamanda nüzûlü ile ilgili bir hadiste el-emn anlamında el-emenetü kelimesi geçer. Ebu Hüreyre’den gelen hadisin ilgili kısmının manası şöyledir: “O gün yeryüzünde o derece emniyet olacak ki arslanlar develerle, kaplanlar sığırlarla, kurtlar koyunlarla meralarda beraber dolaşacaklar ve çocuklar yılanla oynayacaklar da birbirine zarar vermeyecekler.”[32] Yine diğer bir hadiste “Yıldızlar gökyüzünün emniyet kaynağıdır. Onlar yok olup gittikleri zaman gökyüzüne vadolunan şeyler gelip çatar. Ben ashabım için bir emniyet kaynağıyım. Ben gittiğim zaman ashabıma vadolunan tehlikeli şeyler gelip çatar. Ashâbım da ümmetim için bir emniyet kaynağıdır. Onlar gittiği zaman ümmetime va’dolu­nan şey (fitne)ler gelip çatar” buyurmuştur.[33] Mezkûr hadiste de emniyet anlamında emenetü kelimesi kullanılmıştır.

 

Habbâb b. el-Eret’ten gelen bir rivayete müşriklerin yaptıklarından şikâyette bulunan sahâbîlere acele etmemelerini, geçmiş ümmetlere daha çok sıkıntıların geldiğini, sabretmeleri gerektiğini söyleyerek emniyetli günlerin geleceğini şu şekilde ifade etmiştir: Öyle ki, bir yolcu devesine bindi mi San'a'dan kalkıp Hadramevt'e kadar gidecek, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz."[34]

C. İman İlminden İbaret Olan Risale-i Nur Eczaları, Emniyet ve Âsâyişi Te’min ve Tesis Ederler

Bediüzzaman Said Nursi, yazdığı eserlerin de âsâyişi temin ettiğini söyler: “İman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczaları, emniyet ve âsâyişi te’min ve tesis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe ve menbaı olan iman, elbette emniyeti bozmaz, te’min eder. İmansızlıktır ki seciyesizliğiyle emniyeti ihlâl eder.”[35] İmanın emniyeti gerektirdiğini, Risale-i Nurların ise imanı tahkiki yapmak için çalışması sebebiyle emniyet ve asayişi te’min ettiklerini hatırlatmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi, hâkimlere,  altı vilayetin altı mahkemesinin, uzun ve ince tedkikler neticesinde, emniyet ve âsâyişi ihlâl yolunda hiçbir vukuat kaydetmemesinin sebebini de şöyle diyerek açıklar: “Nur mekteb-i irfanının talebeleri, kalbler üzerinde işler, emniyet ve âsâyişin bekçisini kafalara, kalblere yerleştirir. Bizim iman derslerimiz anarşiye karşıdır, bozgunculuğa karşıdır, farmasonlara ve komünistlere karşıdır. Memleketin bütün zabıta dairelerinden sorulsun, beşyüz bin Nur irfan mektebi talebesinden birinin olsun nizam ve intizama aykırı bir vukuatı var mıdır? Yoktur. Elbette yoktur. Çünki hepsinin kalbinde, nizam ve intizamın en sağlam muhafızı olan iman bekçisi vardır.”[36]

Hz. Peygamber, hadislerde mü’minin bu yönüne dikkat çekmiştir. Bu anlamda “Komşusu kendinden emin olmayan kimse cennete giremez.”[37] buyurmuştur. Ayrıca bir diğer ilgimizi çeken hadiste ise mü’mini bal arısına benzetmektedir: "Mü’min arı gibidir. Yediği zaman temiz yer, bir şey verdiği zaman temiz verir. Çok ince bir dala konsa bile, zedelemez, kırmaz." [38] Arı, öyle bir özelliğe sahiptir ki, konduğu dala bile zarar vermez. Sanki o dala hiç konmamış gibidir. Üzerine konduğu dalı muhafaza eder ve zedelemez. Mü’min de böyledir. Her zaman insanların faydası olan işleri yapar ve insanlara zarar verecek işlerden kaçınır.[39]  Yine hadislerde Hz. Peygamber “Mümin ülfet eden insandır; ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet kurulamayan insanda hayır yoktur" [40] buyurmak suretiyle mü’minin nasıl bir karaktere sahip olması gerektiğini ve ondaki imanın kişide ne gibi bir etki bırakması gerektiğini hatırlatmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur'un, siyasetle alâkası olmadığını, küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşilik ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozduğunu ve reddettiğini ifade ederek risalelerin emniyet, âsâyiş, hürriyet ve adaleti temin ettiklerini kaydeder.  Bu vatanda millete hükmeden bir hükûmetin, Risale-i Nur’a adalet ve kanun ve âsâyiş cihetinde ilişemez ve iliştirmemesi gerektiğini ifade eder. Risale-i Nur’ların hükümetin iznini almadan yayılmasının hissiyât-ı imaniyeyi kuvvetleştirmesiyle, ileride belki hükûmetin serbestane prensiplerine sed çekeceğini ve emniyet-i umumiyeyi ihlâl edececeği suçlamasına karşı da şu ifadeler ile cevap verir:

“Risale-i Nur, nurdur. Nurdan zarar gelmez. Siyaset topuzunu on üç seneden beri elinden atmıştır ve bu vatanın ve bu milletin hayatlarının temel taşları olan hakikat-i kudsiyeyi tespit eder ve bu mübarek milletin yüzde doksan dokuzuna zararsız menfaati olduğuna, eczalarını okuyan bütün zatları işhâd edebilirim. Haydi, biri çıksın, desin: “Bunda bir zarar gördüm.” Desin.[41]

Dönemin Emniyet Genel Müdürüne de benzer ifadelerle bu durumu izah eder: İki sene, iki mahkeme, yirmi sene hayatımın eserlerini, mektuplarını tetkikten sonra, idare ve âsâyiş aleyhinde hiçbir madde bulunmadığına ve bulmadıklarına delil, mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitaplarımı beraatimle beraber iade etmeleri cerh edilmez bir hüccettir, bir senettir. Hem Emniyet-i Umumiye Reisi olduğunuz cihetle, benim hizmetime taraftar olmanız lâzım. Çünkü mahkemelerce sabit olduğu gibi, Risale-i Nur’un dersleri, dünyaya baktığı vakit bütün kuvvetleriyle âsâyişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesat ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasından, kudsî ve mânevî inzibat komiserleri hükmünde olduğuna delil, üç vilâyet zabıtaları anlamışlar.”[42]

Milletin nasıl idare edileceğini ve ülkenin âsayişinin nelerle temin edileceğini bilmeyen ve kendilerini hamiyetli olarak göstermeye çalışan bir takım câhil  kimselerin  “Senin risalelerin, âsâyişi bozanlara ve idareyi karıştıranlara bir medar olabilir cihetiyle ve sen dahi ihtiyatsızlık edip idare-i hâzıraya itiraz etsen, risalelerin kuvvetiyle bir gâile açmak ihtimaliyle sana ilişiyoruz.” diye ithamlarına da şöyle bir cevap verir: “Risale-i Nur’dan ders alan, elbette, çok mâsumların kanını ve hukukunu zâyi eden fitnelere girmez ve bilhassa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz. Ve bu on senedeki on fitnelere, Risale-i Nur’un şakirtlerinin ondan birisi, belki asla hiçbirisi karışmadığı gösterir ki, risaleler bu fitnelere zıt ve âsâyişi temine medardırlar. Acaba idarece ve âsâyişi muhafazaca, bin imanlı adam mı, yoksa on dinsiz serseri mi daha kolaydır? Evet, iman, güzel seciyeler vermekle hem merhamet hissini, hem zarar vermekten sakınmak meylini verir. Amma benim ihtiyatsızlığım ise, bu on üç senedir imkân dairesinde ne kadar elimden gelmişse, hükûmetin nazar-ı dikkatini celb etmemek ve onunla uğraşmamak ve işlerine karışmamak için Isparta vilâyetine malûm olan harika bir surette münzeviyane ve merdum-girîzâne ve müşfikkârâne ve siyasetten müçtenibane yaşadığımı bu memleket bilir.” [43]

D. Emniyet Ve Âsayişi İhlal Etmek Bazı Kötü Niyetli Çevrelerin Hedeflerini Gerçekleştirme Vesilesidir

Said Nursi, aslında bazı çevrelerin kendisinin âsâyiş taraftarı olması sebebiyle sıkıntılar çektirdiklerini, onların maksatlarının âsâyişi ihlal yönünde olduğunu şu cümlelerinde izah eder:

 “Ey beni bu belâya sevk eden insafsızlar! Anlaşılıyor ki, Âsâyiş aleyhinde hareket etmediğimden benden kızdınız, hiddet ettiniz. Âsâyişe düşmanlık damarıyla beni tevkif ettirdiniz. Evet, âsâyişi bozmak ve idareyi karıştırmak isteyenler, benim hakkımda hükûmeti iğfal ederek adliyeyi lüzumsuz işgal edip beni tevkif ettirenlerdir. Onların hakkında değil yalnız biz, belki memleket namına, başta müdde-i umumî olarak heyet-i hâkime dâvâ etmelidir.”[44]

Yine onların maksatlarını şu ifadeler ile net bir şekilde ortaya koyar: “Dinsizlik hesabına bizi ezen sizler; vatan ve millet, âsâyiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müdhiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para vermem; âsâyiş, idare lehinde, sabır ve tahammüle karar verdim.”[45]

Bediüzzaman her halükarda âsâyişi bozmamak için sabretmeye karar verdiğini de belirtmiştir. “Eğer âsâyiş ve idare hesabına nüfuzunu kırmak ve umumun nazarında çürütmek için yapıyorsanız, pek büyük bir hata ediyorsunuz. İki sene üç mahkeme, yirmi senelik hayatımın yüzyirmi eserinde, yüzyirmi bin Risale-i Nur şakirdlerinden mûcib-i ihtilâl ve medar-ı mes'uliyet ve vatan ve millet aleyhinde hiçbir şey bulmadıklarına beraatımıza ve Risale-i Nur eczalarının bütününü iade etmeleriyle gösterdiği cihetle, kat'iyen size beyan ediyorum ki; dinsizlik hesabına bizi ezen sizler; vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müdhiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; asâyiş, idare lehinde, sabır ve tahammüle karar verdim.[46]

Bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâm'ın teveccühünü ve hamiyetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliğe âlet ederek, perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirmek isteyenler, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp der: "Risale-i Nur şakirdleri, dini siyasete âlet eder; emniyete zarar ihtimali var." Risale-i Nur'a daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez. Daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid'a taraftarları veya enaniyetli sofî-meşreblileri, bazı kurnazlıklar ile Risale-i Nur'a karşı iki sene evvel İstanbul'da ve Denizli civarında olduğu gibi istimal etmeye münafıklar belki çabalayacaklar. İnşâallah muvaffak olamazlar.

E.Muhalif Olanların Âsâyişe ilişmemeleri Kaydıyla İslam Toplumunda Bulunmaları

Bediüzzaman Said Nursi’ye yapılan ithamlardan biri de rejimin aleyhinde olduğu meselesidir. Bu anlamda rejime muhalif olanların âsâyişe ilişmemeleri kaydıyla onlara dokunulamayacağını belirtmiştir. Muhalefet, hiçbir hükûmette bir suç sayılmadığını belirterek misallerle bunu izah eder. Bir şeyi reddetmenin ayrı, kalben kabul etmemenin ayrı ve amel etmemenin de bütün bütün ayrı olduğunu, hükûmetin ele bakar, kalbe bakmayacağını ifade ettikten sonra şu misalle bunu destekler:

“İdare ve âsâyişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükûmette bulunur. Hattâ Hazret-i Ömer’in (r.a.) taht-ı hâkimiyetindeki Hristiyanlara, kanun-u şeriatı ve Kur’anı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri; idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usûlünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse hattâ rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez.”[47]

 “Her hükûmette muhalifler bulunur. Âsâyişe, emniyete ilişmemek şartıyla herkes vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir metodu, bir fikri ile mes’ul olamaz. Çünkü dininde en mutaassıp ve cebbâr bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyeti altında bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, İngilizlerin küfrî rejimlerini Kur’ân ile reddettikleri ve kabul etmedikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara o cihette ilişmemiştir. Hem bu millette ve bu hükûmet-i İslâmiye içinde eskiden beri bulunan Yahudiler ve Nasranîler, bu milletin dinine ve kudsî rejimlerine muhalif ve zıt ve muteriz oldukları halde, hiçbir zaman mahkeme, kanunlarıyla onlara o cihette ilişmemiştir. Hem Hazreti Ömer (r.a.) hilâfeti zamanında bir âdi Hıristiyanla mahkemede beraber muhakeme olmuşlar. Halbuki o âdi Hıristiyan, Müslümanların hem mukaddes rejimlerine, hem dinlerine, hem kanunlarına muhalif iken, o mahkemede onun hali nazara alınmaması gösteriyor ki, mahkeme hiçbir cereyana âlet olamaz, hiçbir tarafgirlik içine giremez ki, Halife-i Rû-yi Zemin, âdi bir kâfirle muhakeme olmuşlar.”[48]

Bediüzzaman Said Nursi, hürriyetin en geniş şekli olan cumhuriyeti kabul eden bu hükünmetin de hakikî ve kat’î ve reddedilmez kanaat-i ilmiyeyi ve efkâr-ı saibeyi âsâyişe dokunmamak şartıyla suç kabul edemeyeceğini ifade etmiştir: “Evet, dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün milleti bir tek kanaat-i siyasiyede bulunsun? Haydi—farz-ı muhal olarak—ben, perde altında kendi kendime kanaat-i siyasiyemi yazmışım ve bir kısım has dostlarıma göstermişim; bunda suç var diyen kanunları işitmemişim. Halbuki Risale-i Nur, iman nurundan bahseder; siyaset zulmetine sukut etmemiş ve tenezzül etmez.”[49]

Vatana ve asayişe dindarane menfaati bulunan kimseleri, tevkif etmek onları idare aleyhine çevirebilir, anarşiliğe meydan verebileceğini belirterek bu tip kimseleri gücendirmemek belki himaye etmek gerektiğini hatırlatır: Evet, Risale-i Nur ile imanlarını kurtaran ve millete zararsız ve tam menfaattar vaziyete girenler yüz binden çok ziyadedir. Hükûmet-i cumhuriyenin belki her büyük dairesinde ve milletin her tabakasında faideli ve müstakimâne bir surette bulunuyorlar. Bunları gücendirmek değil, belki himaye etmek elzemdir.[50]

SONUÇ

Emniyet kelimesi Arapça bir kelimedir.  “el-Emn” sözlükte; güvenmek, korku ve endişeden emin olmak, nefsin bir şeyle sükûnet bulması anlamına gelir. el-Emn kelimesi Kur’an’da hıyânetin zıddı olan emânet, korkunun zıddı olan emniyet ve güvenlikli yer olmak suretiyle üç anlamda kullanılmıştır. Kur’an ve hadislerde kullanılan el-emenetü kelimesi de emniyet ile aynı anlama gelmektedir. Âsâyiş kelimesi köken itibariyle Farsça olup "huzur, rahatlık, sükûn" sözcüğünden alıntıdır.

Bediüzzaman Said Nursi, emniyet ve âsâyişin, müsbet hareketin bir neticesi hem de bir esası olduğunu belirtmiştir. Millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesinin anarşilikten kurtulması ve büyük tehlikelerden halâs olması için, beş esasın lazım ve zarurî olduğunu belirterek bunlardan birinin de emniyet olduğunu açıklamıştır.

Said Nursi, emniyet ve âsâyişin terakki ve ticaretin esası olduğunu belirtir. Emniyet ve âsâyişin ihlâlinde daha çok masum insanların zarar göreceğini belirterek emniyetin ve âsâyişin temel taşının da bir kanun-u esasî hükmünde olan “Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez” âyeti olduğuna Külliyâtın pek çok yerlerinde değinir. Masum insanların zarar görmesi ise gazabı-ı ilahinin celbine vesile olacağını belirterek zamanındaki hükümet yetkililerini uyarır.

Bediüzzaman, mahkemelerdeki müdafaalarında memleketin emniyet ve âsayişine hizmet ettiğini talebelerinin de birer fahri âsayiş muhafızları olduğunu söylemiştir. Hatta kendisini, Emniyet Müdürü hesabına sorgulayan bir polise: "Eğer bin müddeiumumî ve bin emniyet müdürü kadar bu memlekette emniyet-i umumiyeye hizmet etmemiş isem -üç defa- Allah beni kahretsin!" demiştir.

İman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczalarının, emniyet ve âsâyişi te’min ve tesis ettiklerini çünkü güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe ve menbaı olan imanın elbette emniyeti bozmayacağını, bilakis onu temin edeceğini kaydeder.

Emniyet ve âsayişi ihlal etmek bazı kötü niyetli çevrelerin hedeflerini gerçekleştirme vesilesi olduğunu, maksatlarını gerçekleştirmek için bir şekilde âsâyişi bozmak istediklerini kaydeder.  

Bediüzzaman Said Nursi’ye yapılan ithamlardan biri de rejimin aleyhinde olduğu meselesidir. Bu anlamda rejime muhalif olanların âsâyişe ilişmemeleri kaydıyla onlara dokunulamayacığını belirtmiştir. Muhalefet, hiçbir hükûmette suç sayılmadığını belirterek misallerle bunu izah eder. Bir şeyi reddetmenin ayrı, kalben kabul etmemenin ayrı ve amel etmemenin de bütün bütün ayrı olduğunu, hükûmetin ele bakıp, kalbe bakamayacağını ifade eder. Kendisi gibi vatana ve asayişe dindarane menfaati bulunan kimseleri, tevkif etmek değil onları gücendirmemek belki himaye etmek gerektiğini hatırlatır.

 

 

 

 

 

 


[1] Nursi, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lahikası, rnk, İstanbul 2014. s.249.

[2] İbn Manzûr, Lisanu’l-arab, XIII,21.

[3] İbn Manzûr, Lisanu’l-arab, XIII,21; امنة kelimenin kullanıldığı âyetler için bkz. Âl-i İmran, 154; Enfâl, 11; Nahl, 112. Aynı kelimenin hadislerde geçtiği yerler için bkz. Müslim, “Fedâilu’s-Sahâbe”, 207; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,399.

[4] Örneğin Bakara suresi 283. ayetinde  فإن أمن بعضكم بعضا فليؤد الذي اؤتمن أمانته  “Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin.” Yine Al-i imran suresi 75. Ayetinde  ومن أهل الكتاب من إن تأمنه بقنطار يؤده إليك} ،“Ehl-i Kitaptan öyleleri vardır ki, ona yüklerle emanet bıraksan onu sana iade eder.”

[5] Mesela En’am sûresinde 82. âyette bu anlamda kullanılmıştır;{الذين آمنوا ولم يلبسوا إيمانهم بظلم أولئك لهم الأمن} والمعنى: أن الذين آمنوا بالله، ولم يشركوا به، آمنون من عذابه يوم القيامة، فلا خوف عليهم ولا هم يحزنون.

Yine Al-i İmran suresi 154. ayette de bu anlamda kullanılmıştır. {ثم أنزل عليكم من بعد الغم أمنة نعاسا}

[6] Mesela Tevbe suresi 6. âyette bu anlamda kullanılmıştır;{وإن أحد من المشركين استجارك فأجره حتى يسمع كلام الله ثم أبلغه مأمنه}، أي: أبلغه موضع أمنه: وهو دار  قومه، أو منـزله الذي فيه أمنه.

Yine Bakara suresi 125. ayette de bu anlamda kullanılmıştır.

 {وإذ جعلنا البيت مثابة للناس وأمنا} أي: مكاناً آمناً للناس. 

[7] Nursi, Mektubat, s.299.

[8] Nursi, Kastamonu Lâhikası, s. 227; Diğerlerini de; merhamet, hürmet, haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek ve serseriliği bırakıp itaat etmek olarak açıklar.

[9] Nursi, Tarihçe-i Hayat, 652.  

[10] Nursi, Lem’alar, s.314-315.

[11] Nursi, Mektubat, s, 438.

[12] Hz. İbrahim’in bu yedi isteğinin izahı için bkz. Râzi, Tefsir, XIV, 25 vd.

[13] Râzi, Tefsir, XIV, 25.

[14] Tirmizi, Zühd, 34; İbn Mâce, Zühd, 9.

[15] İbn Allân, Delilu’l-Falihin, IV, 467.

[16] Râzi, Tefsir, III, 449.

[17] Bakara suresi 239. ayette Cenab-ı Allah namaz için şöyle buyurmaktadır;     فَإِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا أَوْ رُكْبَانًا فَإِذَا أَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ “Eğer (herhangi bir şeyden)korkarsanız  (namazlarınız)yürüyerek yahut binmiş olarak kılın. Güvene kavuştuğunuzda siz bilmezken Allah’ın öğrettiği şekilde onu zikredin (namaz kılın).

[18] Bakara 196. âyet bunu ifade eder; فَإِذَا أَمِنْتُمْ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْي “Hac yolculuğu için emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir.”

[19] Nursi, Tarihçe-i  Hayat, s.667. 

[20] Nursi, Emirdağ Lahikası-I, s.31,32.

[21] Nursi, Emirdağ Lahikası-2, s.175.

[22] Fâtır,18.

[23] “Bir hanede veya bir gemide birtek mâsum, on câni bulunsa, adâlet-i Kur’âniye o mâsumun hakkına zarar vermemek için, o haneyi yakmasını ve o gemiyi batırmasını men ettiği halde, dokuz mâsumu birtek câni yüzünden mahvetmek suretinde o haneyi yakmak ve o gemiyi batırmak, en azîm bir zulüm, bir hıyanet, bir gadir olduğundan, dâhilî âsâyişi ihlâl suretinde, yüzde on câni yüzünden doksan masumu tehlike ve zararlara sokmak, adâlet-i İlâhiye ve hakikat-i Kur’âniye ile şiddetle men edildiği için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur’ânî itibarıyla, âsâyişi muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz. Nursi, Emirdağ Lahikası-II, s.159.

[24] Bakara,126.

[25] Canan, İbrahim, Hz. İbrahim’den Mesajlar, Işık yay, İstanbul, 2004. S 173.

[26] Yusuf, 99.

[27] Kasas,31.

[28] Ebu Davud, Harac 25, (3021, 3022).

[29] Hicr, 46.

[30] Nahl, 37.

[31] Duhan, 55.

[32] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XV, 398.

[33] İbn Hibbân, Sahih, XVI,234.

[34] Buhâri, Menakibu'l- Ensâr 29, Menâkib 25, Ikrâh 1; Ebu Davud, Cihad 107, (2649); Nesai, Zinet 98, (8, 204).

[35] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.216.

[36] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.646.

[37] Müslim, İman, 73; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV,444.

[38] Beyhaki, Şuabu’l- İman,VII, 509; Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, X, 295.

[39] http://www.davetulhaq.com/erişim tarihi: 29/06/2016.

[40] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 400; V, 235. 

[41] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.215.

[42] Nursi, Emirdağ Lahikası-I, s.80.

[43] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.226.

[44] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.226.

[45] Nursi, Emirdağ Lahikası-I, s.132.

[46] Nursi, Emirdağ Lahikası-II, s. 249.

[47] Nursi, Şualar, s.349.

[48] Nursi, Emirdağ Lahikası-II, s. 161.

[49] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 224.

[50] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 552.