Risâle-i Nurlarda “Müsbet Hareket” Kavramının Anlam Analizi
Risâle-i Nurlarda “Müsbet Hareket” Kavramının Anlam Analizi
Prof. Dr. İshak ÖZGEL[1]
Giriş
Herhangi bir düşüncenin aktarılması ve anlaşılması kavramlar ile gerçekleşmektedir. Özellikle kendi içinde tutarlı bir bütünlük arz eden, kavramların bilinçli bir şekilde kullanıldığı, yenilik taşıyan düşüncelerin – Paradigma – sahih olarak idraki bu düşünceye ait kavramların doğru bir şekilde anlaşılması ile ilişkilidir. Bu nedenle böyle düşünceleri merkeze alan çalışmalarda öncelikle kavramların içeriğini ve özgünlüğünü araştıran ön çalışmalar yapılmalıdır. Düşünce sahibinin kavrama yüklediği anlamı belirlemeden yapılan çalışmalar o düşüncenin tutarlılığının bozulmasına ya da yanlış anlaşılmalara neden olmaktadır. Kısaca kavram kargaşasına yol açmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin düşüncesi etrafında yapılan çalışmalarda da zaman zaman bu türden eksiklikler görülmektedir. Hâlbuki Nursî, kavramları anlam içeriğini bilinçli bir şekilde doldurarak kullanmıştır. Bu kavramların anlam içeriğinde okuduğu eserler ile yaşadığı çağın izleri görülmektedir. Bazen kavramları klasik kaynaklardaki anlamları ile bazen de yeni anlamlar yükleyip genişleterek kullanmıştır. Bunun yanında onun düşüncesinde tamamen kendisine özgün kavramlar da vardır. Bu nedenle birçok düşünürü anlama ve yorumlamada gerektiği gibi Nursî’nin eserlerini okuma ve yorumlamada da onun kavram dünyasını keşfetmek gerekmektedir. Özellikle anahtar mesabesinde olan kavramlar hakkında ön çalışma yapılmalı, kavramlara yüklediği anlamlar metin merkezli çalışmalar ile belirlenmelidir. Böylesi çalışmalara dayanmadan yapılan araştırmalar ve yorumlar çoğunlukla Nursî’nin düşüncesinin eksik veya yanlış anlaşılmasına neden olmakta harici paradigmaların ya da araştırmacıların kendi düşüncelerinin Nursî’nin düşüncesi gibi gösterilmesine ve nihai olarak konjonktürel olarak su-i istimallere yol açmaktadır.
Biz bu çalışmamızda Nursî düşüncesinin önemli kavramlarından olan “Müsbet Hareket” kavramını kendi kullanımlarını esas alarak anlamaya ve anlamlandırmaya çalışacağız. Bu yönüyle elinizdeki çalışma Said Nursî düşüncesine ait bir kavramın analizine yönelik metodolojik bir denemedir. Bu konuya geçmeden önce kavram anlam ilişkisi ve anlam değişmesi üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
I- KAVRAM ANLAM İLİŞKİSİ[2]
Kavram nedir? sorusu felsefe tarihi boyunca tartışılmıştır. Tartışma daha ziyade felsefî bir zeminde, kavramın dilden bağımsız bir niteliğinin olup olmadığı noktasında yoğunlaşmakla beraber kavramın düşünce alanına ait olması en genel özelliği olarak kabul edilmiştir.[3] Kavram çeşitli yönleri ele alınarak muhtelif şekillerde tarif edilmiştir. Mantık kitaplarında “bir şeyin zihindeki tasavvuru” şeklinde tanımlanmış,[4] kavramın söz veya kelime ile ifadesine ise terim denilmiştir.[5]
Kavramın “anlam içeriği” ve “neliği” bir başka ifadeyle kavramın açıklığı ve seçikliği söz konusudur. İçeriği / açıklığı değişebilirken, neliği / seçikliği değişmeden kalır. Zira nelik düşünülenin tasarımı ve onu diğerlerinden ayıran niteliğidir. İçerik ise epistemolojik açıdan farklılaşarak değişmekte ve gelişebilmektedir.[6]
Kavram düşüncede ya da dilde var olana dair hükümler yığınıdır. Bu hükümler var olana nüfuz ettikçe çoğalır ve değişir. Bu nedenle kavramın içeriğinde farklılaşmalar görülebilir.[7] Kavramda görülen bu değişme, delalet ettiği şeyin değişmesinden ya da anlam yükleyen kişinin yönelimi ve kavrayışından kaynaklanabilir. Bunlardan birincisi somut kavramlara ait oldukça tartışmalı bir değişme iken ikincisi soyut kavramlara ait değişmedir.[8] Sosyal bilimler alanındaki kavramlarda daha ziyade ikinci tür değişim ve gelişimden bahsedilebilir ki biz de konumuz itibariyle bu tür değişimi inceleyeceğiz.
Kavramı anlamlandırmada; kavramı kullanan kişinin yetiştiği çevre[9], bilimsel yaklaşımı,[10] bilgi birikimi,[11] etkili olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında herhangi bir düşünürün bir kavramı, eğer geçmişte var ise oradan aldığı ya aynen ya da geliştirerek kullandığı yoksa kendisinin belirli bir anlam içeriği ile kullanması söz konusudur.
Ayrıca kavram biriktirilmiş, depo edilmiş, yoğunlaştırılarak bir sözcükte toplanmış bilgidir.[12] Bu nedenle kavram birden fazla bilim alanını ilgilendirebilir. Yapılan tanımlarda bunlardan bir kısmının ön plana çıkarılması veya bir kısmının ihmal edilmesi de kavrama yüklenen anlamı değiştirebilmektedir. Bu nedenle herhangi bir kavramı incelerken kime veya hangi paradigmaya göre sorusu sorulmalıdır.
Kavramların farklı içeriklerle kullanılmasındaki bir diğer etken ise kavramın kendisinin de tarih içerisinde şekillenmiş oluşudur. Buna kavramın tarihsel oluşu diyebiliriz. Kavram bir tarihsel süreç içinde değişmekte ve gelişmektedir. Kavramların kullanıldıkları çağa göre farklılık arz etmesinde, hem dilin hem de medeniyetin gelişmesinin rolü vardır.
Aynı kavramları kullandıkları halde insanların aynı konuda anlaşamamalarının sebeplerinin başında, genellikle kavramda oluşan bu değişim ve gelişmelerin göz ardı edilmesi gelmektedir. Bu nedenle kavramın kim tarafından nasıl kullanıldığı öncelikle kullanan kişi /düşünür veya düşüncenin kendi metinlerinden hareketle tespiti gerekmektedir.
Bu esasa dayanarak biz bu çalışmamamızda Nursî’nin “Müsbet Hareket” kavramını kendi kullanımlarından hareketle analiz etmeye çalışacağız. Öncelikle bu kavramı kullandığı yerleri tespit edeceğiz. Söz konusu kavramın kullanıldığı metinleri tarihi (kronolojik) olarak ele alıp metin içi ve metin dışı (tarihi olaylar) bağlantılarını gözeterek yazılış gayesi, yeri ve zamanı açısından değerlendirecek, ilgili diğer kavramlar ve zıt kavramları ile birlikte anlamlandırmaya çalışacağız.
II- MÜSBET HAREKET KAVRAMI
Nursî eserlerinde “Müsbet Hareket” kavramını yedi yerde kullanmıştır. Ayrıca hayatını konu edinen ve talebelerini tarafından hazırlanan Tarihçe-i Hayat adlı eserde onun düşünce ve davranış tarzı tanımlanırken üç defa kullanılmıştır.
Kendi kullanımlarından ilki müsbet kelimesinin anlamı hakkında bilgi verirken geri kalan altı taneden dört tanesini talebelerini tenbih ve ikaz sadedinde iki tanesi ise bilgilendirici mahiyettedir. Birisi ihlası konu edinirken ihtilaftan kurtulmanın çaresi olarak zikredilirken diğeri uhuvvet bağlamında müsbet ihtilafın izahı siyakında geçmektedir. Kavramın tahlili açısından en önemli metin talebelerine verdiği son derstir. Burada müsbet hareket oldukça geniş ve açık bir şekilde ele alınmıştır.
Müsbet hareket kavramı yeni Said dönemine ait bir kavramdır. Eski Said dönemi eserlerinde geçmemektedir. Kronolojik olarak bu kavramın ilk nüvesi 1920 veya 1921’de Hakikat Çekirdekleri adlı eserde kullanılmıştır. Daha sonra 1927- 34 yılları arasını kapsayan Barla’da iki defa 1944 yıllarına tekabül eden Kastamonu ve Emirdağı’nda ise birer defa kullanmıştır. En son vefatından önceki son dersinde 1960 yılında bu kavram üzerinde durmuştur. Şimdi kronolojik olarak ilk kullanımından başlayarak her birini telif yılı ve muhtevası etrafında değerlendireceğiz.
1- HAKİKAT ÇEKİRDEKLERİ / (LEMEÂT)
1a- Telif Zamanı
Bu eser 1920 veya 1921 yılında basılmıştır. Nursî 4 Ağustos 1918’de fiilen Daru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’ye atanmıştır. 17 Ekim 1921’de sunduğu “Tercüme-i Hâl Varakası”nda telif ettiği eserleri arasında “Hakikat Çekirdekleri”ni de zikretmiştir. “Nokta, Şu’aât, Sünûhat, Münazarât, Muhakemât, Tulu’ât, Lema’ât, Rumûz, İşarât, Hutuvât-ı Sitte, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi ve Hakikat Çekirdekleri gibi... te’lifatım Türkiyyü’l-ibaredir.”
Abdurrahman Nursî de “Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı” adlı eserinde “Darü’l-Hikmeti’l-İslâmîye’de iken Tab’ ve Neşrettiği Asâr” başlığı altında “Hakikat Çekirdekleri”ni de saymıştır. (Bkz. Osmanlıca Lemaât, s. 4)
Ayrıca Hakikat Çekirdekleri’nin birinci cüzünün kapağında baskı tarihi olarak Rûmi tarihle 1336 (Milâdi 1920), İkinci cüzünün kapağında 1337 (Milâdi 1921) tarihi yazılıdır. Bu verilerden hareketle bu eserin Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de görevli olduğu yıllarda 1918 / 1921 yılları arasında yazıldığını söyleyebiliriz.
Hakikat Çekirdekleri müstakil bir eser olmayıp yukarıda eserlerinden derlenmiş vecizelerdir. Bu vecizeler, aynı zamanda çekirdekler hükmünde olup, “Lema’ât”la sümbüllenmiş meyvesini vermiştir.[13] Lema’ât, Hakikat Çekirdekleri’nin mufassalıdır.[14]
1b- Metin ve Muhteva
Müsbet hareket kavramı yeni Said döneminde kalıp ifade olarak kullanılmıştır. Burada ise dolaylı olarak “müsbet yerine menfîce hareket” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. İbare şöyledir:
“Bir şey’in vücudu, bütün eczasının vücuduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz’ünün ademiyle olduğundan; zaîf adam, iktidarını göstermek için tahrib tarafdarı oluyor, müsbet yerine menfîce hareket ediyor.”[15]
Lemeâtta ise şu şekilde geçmektedir.
“Tahrib Esheldir; Zaîf, Tahribci Olur
Vücud-u cümle-ecza, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise, oluyor bir cüz’ün ademiyle; tahrib eshel oluyor.
Bundandır ki: Âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar müsbete hiç yanaşmaz. Menfîce müteharrik, daim tahribkâr olur.” [16]
Müsbet kavramını (vücud ve yapıcı olma) karşılığında kullandığı görülen ancak veciz olduğu için tam olarak anlaşılamayan bu ifadeleri ile ne kastettiğini kendisinin daha sonra telif ettiği Sözler mecmuasında 14. Sözdeki açıklamalarından anlamak mümkündür. Burada müsbet ve menfi hareketi bir temsil ile açmıştır.
“İkinci Temsil: Meselâ cesîm bir sefine-i Sultaniyede, âdi bir adam cüz’î vazifesini terketmesiyle, bütün gemideki vazifedarların netaic-i hidematına halel getirdiğinden ve bazı da mahvettiğinden, bütün o vazifedarlar namına gemi sahibi ondan şedid şikayet eder. Kusur sahibi ise, diyemez ki: “Ben bir âdi adamım, ehemmiyetsiz ihmalimden şu şiddete müstehak değildim.” Çünki tek bir adem, hadsiz ademleri intac eder. Fakat vücud kendine göre semere verir. Çünki bir şeyin vücudu, bütün şerait ve esbabın vücuduna mütevakkıf olduğu halde; o şeyin ademi, intifası, tek bir şartın intifasıyla ve tek bir cüz’ün ademiyle netice itibariyle mün’adim olur. Bundandır ki: “Tahrib, tamirden pek çok defa eshel olduğu” bir düstur-u mütearife hükmüne geçmiştir. Madem küfür ve dalalet, tuğyan ve masiyet esasları, inkârdır ve reddir, terktir ve adem-i kabuldür. Suret-i zahiriyede ne kadar müsbet ve vücudlu görünse de, hakikatta intifadır, ademdir. Öyle ise cinayet-i sâriyedir. Sair mevcudatın netaic-i amellerine halel verdiği gibi esma-i İlahiyenin cilve-i cemallerine perde çeker.”[17]
Nursî’nin bu açıklamaları ile daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki: Hakikat Çekirdekleri adlı eserinde müsbet kavramını “adem ve vücud” karşıtlığını izah sadedinde yapıcı / tahrip etmeyen, tamir edici manasında kullanmıştır. Ona göre zayıf kişilerin tahrip taraftarı olduğu ve bu nedenle müsbet (vücud / tamir) yerine menfi (adem/tahrip) hareketini seçtiklerini belirtilmiştir.
İlk dönem eserindeki bu kullanımından hareketle Nursî’nin düşüncesinde müsbet kavramının anlam içeriğinde vücud, tamir, îcâd ve inşâ manalarının bulunduğunu zıddı olan menfi kavramının ise adem ve tahrip manaları taşıdığını söyleyebiliriz.
Nitekim Nursî’nin kendisi de eserlerinde müsbet kavramı ile vücud ve îcad kavramlarını birlikte kullanmıştır. “Evet ey insan! Sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücud ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri; tahrib, adem, şer, nefy, infial cihetidir.”[18]
Nursî kronolojik olarak “Müsbet Hareket” kavramını kalıp ifade olarak ilk defa Barla yıllarında yazdığı eserlerde kullanmıştır. Buralarda kavramın anlam içeriği net ve belirgin hale gelmiştir.
2- YİRMİDOKUZUNCU MEKTUP 6. KISIM 3. DESAİSİ ŞEYTANİYE
2a- Telif Zamanı
Bu mektup Barla’da zorunlu ikameti yıllarında yazılmıştır. Barla’da 1927- 1934 yılları arasında kalmıştır. Yedi yıllık dönem içerisinde bu mektubu tam olarak kaç yılında telif ettiğini tespit mümkün olmamakla beraber mektubun içeriği ile o dönem olayları arasındaki ilişkilere bağlı olarak Barla’nın birinci döneminin sonlarında yani 1930 da yazıldığını söyleyebiliriz.[19]
Müsbet hareket kavramının kullanıldığı bu mektubun başında “Kur’an-ı Hakîm’in tilmizlerini ve hâdimlerini ikaz etmek ve aldanmamak için yazılmıştır.” ifadesi vardır. Mektubun içinde geçen “Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar” cümlesinden anlaşıldığına göre Nursî, Risâle-i Nurların intişarından tedirgin olan bazı çevrelerin talebelerine yönelik bir takım olumsuz faaliyet ve propagandalarından endişe duyduğu için bu mektubu yazmıştır. Onları bu tehlikeden ve komplolardan kurtarmak için müsbet hareketi tavsiye etmiştir. Yani buradaki ikaz dâhildeki fitneyi önlemeye yöneliktir.[20] Nitekim haşiyede O bîçarelerin “Kalbimiz Üstad ile beraberdir” fikriyle kendilerini tehlikesiz zannettikleri hâlbuki ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet verme ve propagandalarına kapılma nedeniyle belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilme tehlikesi olduğu belirtilmektedir.
2b-Metin ve Muhteva
Nursî, bu mektubunda Allah’tan ins ve cinn şeytanlarının altı desisesini akîm bırakmasını ve hücum yollarının altısını seddetmesini niyaz etmektedir. Birinci desise; Hubb-u câh, ikincisi; Havf, üçüncüsü; Tama’dır. Üçüncü desiseyi izah ederken ihtar başlığı ile yaptığı açıklamada “Müsbet Hareket” kavramını kullanmıştır.
“İHTAR: Ehl-i dalalet, Kur’an-ı Hakîm’den alıp neşrettiğimiz hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye karşı müdafaa ve mukabele elinden gelmediği için, münafıkane ve desisekârane iğfal ve hile dâmını (tuzağını) istimal ediyor. Dostlarımı hubb-u câh, tama’ ve havf ile aldatmak ve beni bazı isnadat ile çürütmek istiyorlar. Biz, kudsî hizmetimizde daima müsbet hareket ediyoruz. Fakat maatteessüf herbir emr-i hayırda bulunan manileri def’etmek vazifesi, bizi bazan menfî harekete sevkediyor.
İşte bunun içindir ki, ehl-i nifakın hilekârane propagandasına karşı, kardeşlerimi sâbık üç nokta ile ikaz ediyorum. Onlara gelen hücumu def’e çalışıyorum.
Şimdi en mühim bir hücum benim şahsımadır. Diyorlar ki: “Said Kürddür, neden bu kadar ona hürmet ediyorsunuz, arkasına düşüyorsunuz?”
İşte bilmecburiye böyle herifleri susturmak için, Dördüncü Desise-i Şeytaniyeyi, istemeyerek Eski Said lisanıyla zikredeceğim.
Dördüncü Desise-i Şeytaniye: Şeytanın telkini ile ve ehl-i dalaletin ilkaatıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardeşlerimi aldatmak ve asabiyet-i milliyelerini tahrik etmek için diyorlar ki: “Siz Türksünüz. Mâşâallah Türklerde her nevi ülema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürddür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesaî etmek hamiyet-i milliyeye münafîdir?”“
Bu mektupta “Müsbet Hareket” kavramı ehl-i nifakın propagandalarına karşı Nur talebelerinin uyanık olması gerektiği bağlamında kullanılmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla fitne çıkarmak isteyenler bazı kimseler Nursî’nin kürt olduğunu söyleyerek bu bölgedeki insanların ırkçılık damarını tahrik etmek istemişlerdir. Nursî onların bu oyununa gelmemek gerektiğini belirterek müsbet hareketi tavsiye etmiştir. Ona göre ırkçılık iddiaları ile ilgilenmek toplumda tahribe yol açacağı için menfî harekettir. Müsbet olan ise bu türden tartışmalar ile meşgul olmamaktır. Yani ehl-i nifakın oyun ve tahriklerine kapılmamak, tepkisel ve reaksiyoner olmamaktır.
Burada dikkat çekici bir ifade kullanmıştır. “Fakat maatteessüf herbir emr-i hayırda bulunan manileri def’etmek vazifesi, bizi bazan menfî harekete sevkediyor.” Bu ifade menfi hareket ile ne kastettiğine dair bir örneği görme imkanı tanımaktadır. Buna göre Nursî kendisine yöneltilen bir suçlamaya cevap vermeyi bile menfi hareket olarak görmektedir.
“Diyorlar ki: “Said Kürddür, neden bu kadar ona hürmet ediyorsunuz, arkasına düşüyorsunuz?”
İşte bilmecburiye böyle herifleri susturmak için, Dördüncü Desise-i Şeytaniyeyi, istemeyerek Eski Said lisanıyla zikredeceğim.”
Nursî’nin “istemeyerek Eski Said lisanıyla” ifadesinden onun “menfi milliyetçilik” konusu ile ilgilenmeyi doğru bulmadığı ve bunu müsbet harekete aykırı gördüğü anlaşılmaktadır. Ona göre asıl ilgilenilmesi gereken ehemm ve elzem mevzu dururken bununla ilgilenmek aslı maksattan sapmaya yol açmakta ve tahribe neden olmaktadır. Ayrıca medar-ı niza meselelerin konuşulması bilmeyerek fitneye yardım tehlikesi taşımaktadır.
Sonuç olarak bu metinden “müsbet hareketin” toplumda fitneye sebebiyet verecek tartışmalardan sakınma, reaksiyoner / tepkisel olmayıp akisyoner olma ve kendi mesleği ile meşguliyet manaları taşıdığı anlaşılmaktadır. Müsbet hareket ise bir düşünce tarzı olup kişiyi doğru ve olumlu davranışlardan uzaklaştıran, meşgul eden her tür uğraşıdan kaçınmaktır.
3- YİRMİKİNCİ MEKTUP 1. MEBHAS 5. VECİH (UHUVVET RİSALESİ)
3a-Telif Zamanı
Said Nursî bu mektubu Barla’nın ilk yıllarında yazdığı tahmin edilmektedir. Ancak biz daha sonraki dönemlerde yazıldığı kanaatindeyiz. Zira ilk dönemlerde Haşir risalesi gibi doğrudan imanî meseleleri yazmış, bu eserler ele ile çoğaltılarak dağıtılmıştır. Kısa sürede eserler yayılmıştır. Risalelerin yayılmasından telaşlanan bazı çevreler toplumu bu eserlerden soğutmak için muhtelif komplolar tasarlamışlardır. Nitekim bir önceki mektup ile alakalı değerlendirmemizde belirttiğimiz üzere başta Eğirdir Müftüsü Tevfik İleri olmak üzere bir takım çevreler bu amaca hizmet için kullanılmışlardır.[21] Uhuvveti bozmaya yönelik bu tür faaliyetler ortaya çıkınca Nursî nifak ve şikak oluşturma tuzaklarına karşı uhuvvet ve ittifakı vurgulayıcı yazılar yazmıştır.
İnceleyeceğimiz yazısında da genel olarak İslam ümmeti arasında yayılmaya çalışılan bu nevi fitneleri gidermeye yönelik prensipler üzerinde durmuştur. Bilgilendirici bir üslup kullanarak Müslümanlar arasındaki ihtilaf konusunda oldukça ilmî bir değerlendirme yapmış ve bu bağlamda müsbet hareket kavramını kullanmıştır. Tarihi olaylara bakarak bu risalenin 1930’lu yıllarda yazılmış olduğunu söyleyebiliriz.
3b- Metin ve Muhteva
Nursî bu risalenin başında “Şu Mektub, iki mebhastır. Birinci Mebhas, ehl-i imanı uhuvvete ve muhabbete davet eder.” diyerek bu bahsin muhataplarını belirlemiştir. Konu; Mü’minler arasında nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hasedin hakikatça, hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe kabul edilemez olduğunu göstermektir. Ayrıca bunun insanın şahsî, içtimaî ve manevî hayatına verdiği zararları izah etmektedir.
Bu risalede söz konusu hususları delilleriyle ortaya koyan Nursî اِخْتِلاَفُ اُمَّتِى رَحْمَةٌ hadisi bağlamında ihtilafı, müsbet ihtilaf ve menfi ihtilaf olarak ayırmıştır. Menfî ihtilafı anlatırken “birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.” ifadesini kullanmıştır. İlgili metin kısaca şöyledir.
“Eğer denilse: Hadîste اِخْتِلاَفُ اُمَّتِى رَحْمَةٌ denilmiş. İhtilaf ise, tarafgirliği iktiza ediyor. Hem tarafgirlik marazı; mazlum avamı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünki bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlum avamı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukûlden hakikat tamamıyla tezahür eder.
Elcevab: Birinci suale deriz ki: Hadîsteki ihtilaf ise, müsbet ihtilaftır. Yani: Herbiri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa’yeder. Başkasının tahrib ve ibtaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfî ihtilaf ise ki: Garazkârane, adavetkârane birbirinin tahribine çalışmaktır; hadîsin nazarında merduddur. Çünki birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.”[22]
Nursî’nin “boğuşanlar müsbet hareket edemez.” şeklindeki bu ifadesine göre müsbet hareket dahilde boğuşmaya sebebiyet verecek hareketlerden uzak durmaktır. Yani garazkârane tarafgirliği ve adavetkârane inadı, ihtirası, husumeti bir taraf bırakmak اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌkal’a-i kudsiyesi içine girmektir.
Zalimlerin Müslümanların arasındaki ihtilafdan istifade ettiğini, ihtilafın Müslümanların gücünü zayıflattığını bilmek ve bunlardan kaçınmaktır.
Bu risalede müsbet hareket ile ilgili bir diğer kavramı müsbet ihtilaf kavramını da görmekteyiz. İhtilafı görmezlikten gelmek insanlığın tabiatına aykırı olduğu gerçeğinden hareketle Nursî ihtilafın müsbet kısmın kavramlaştırmıştır. Buna göre müsbet ihtilaf hedef birlikteliği şartıyla vesailde ihtilafın olabileceğinin farkında olarak ortak hedefte ittifak etmektir.
Sonuç olarak bu metinde müsbet hareketin dahilde müminler arasındaki ihtilafı ve fitneleri gidermeye yönelik bir tutum olarak tanımlandığını her grubun farklılıklarının olmasını tabii karşılamak gerektiği belirtilmiştir. Herkesin kendi mesleğinin tamir ve revacına çalışıp başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışmasıdır.
Nursî müsbet hareketle ilgili benzer tanımlamalarını yaklaşık aynı yıllarda yazdığı İhlas risalesinde yapmıştır.
4-YİRMİNCİ LEM’A (İHLAS RİSALESİ)
4a-Telif Zamanı
Müsbet hreket kavramını kullandığı yerlerden biri de Yirminci Lem’adır. İhlas risalesi olarak bilinen bu risale Barla’da tahminen bu dönemin sonlarında 1934 yılında yazılmıştır. Bu risalede bilgilendirme amaçlıdır. Burada da kavram yine ehl-i hakkın ihtilafı ve ittifak edemeyişi bağlamında kullanılmıştır.
4b- Metin ve Muhteva
Nursî daha öncede değindiğimiz gibi Barla yıllarında öncelikle imanın tahkiki ile ilgili konulara odaklanmıştır. Ancak gelişen bazı olaylar neticesinde Müslümanlar arasında ittifakın olmayışı hususuna değinmek ihtiyacı hissetmiştir. Tarassut altına alındığı ve yalnızlaştırlmaya çalışıldığı Barla’nın son dönemlerinde yazdığı bu risalede “Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?” Sorusuna cevap arayan Nursî “Bu elîm ve feci’ ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin” sebeplerini zikrettikten sonra müminler arasındaki ihtilafın “vahim neticelerinden kurtulmak için dokuz madde saymıştır. Bunlardan ilki Müsbet harekettir.
Nursî’nin söz konusu sıkıntıyı gidermek üzere teklif ettiği bu dokuz prensipten birincisi “Müsbet Hareket” etmektir. Bu ifadenin ardından yani diyerek yaptığı açıklama âdeta bir tanım gibidir. Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.
Teklif ettiği diğer sekiz prensibin de müsbet hareket tanımına dahil olup olmadığı net değildir. Ancak muhteva olarak çok uzak olmadığı ve aynı anlam dairesi içinde değerlendirilebileceği kanaatindeyiz.
“2 - Belki daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek...
3 - Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: “Mesleğim haktır yahud daha güzeldir” diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.
4 - Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle...
5 - Hem ehl-i dalalet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.
6 - Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için...
7 - Nefsini ve enaniyetini
8 - Ve yanlış düşündüğü izzetini
9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terk etmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder.”
Nursî’nin ihlas risalesinde müsbet hareketin düşünce boyutuna değinmiştir. Buna göre Müslümanlar kendi aralarında ittifakı ve uhuvveti tesis ve ihlası muhafaza edebilmeleri için müsbet hareket etmelidirler. Yani ben merkezli olmayan, ötekileştirmeyen, başkalarının hata ve kusurlarını aramayan bir düşünceyi benimsemek, bu tür duygulara sahip olmak ve bunu gerçekleştirecek davranışlar sergilemektir. Nursî’nin bu yaklaşımı özelde ülkemizde genelde İslam dünyasında cemaatler arası ihtilafı gidermek hususunda önemli bir değer taşımaktadır. Yaşadığımız son olaylar bu yaklaşıma daha fazla ihtiyacımız olduğunu göstermektedir.
5- KASTAMONU LAHİKASI [23]
5a-Telif Zamanı
Risâle-i Nurların önemli bir kısmının telifi Barla’da tamamlanmıştır. Risalelerin yayılması sonucu mahkeme süreçleri başlamıştır. Nursî Eskişehir mahkemesi ve hapsi sonrasında 1936 yılında Kastamonu‘ya sürülmüştür. 1936 – 1943 yılları arasında burada tarassut altında tutulmuştur.
Kastamonu’da iken talebeleri ile zor şartlarda da olsa yazışmaya devam etmiştir. O tarihlerde Sandıklı tarafında olan talebesi Hasan Âtıf’ın karşılaştığı sıkıntıları anlatan mektubuna cevap verirken kendisine “mesleğimiz müsbet harekettir.” hatırlatmasını yapmıştır.
Bu mektubun yazılış tarihini Hasan Âtıf beyin hayatı ile bilgilerden çıkarmak mümkündür. Hasan Âtıf Egemen 1900 senesinde Sinop’ta doğmuştur. 1930’lu yılların ilk yarısında sağlık sebebiyle Ege Bölgesi tarafına yerleşmiştir. Bu tarihlerde Nazilli’de Yakup Cemal vesilesiyle Risâle-i Nur ile tanışmıştır. Bediüzzaman Said Nursî’yi ilk defa Kastamonu’da ziyaret etmiştir.[24] Hayatıyla ilgili bilgilere bakıldığında söz konusu olayın 1933 den sonra Sandıklı’da yaşandığı anlaşılmaktadır.
Bu olayı Kastamonu Lâhikasında kendisinden “Kürt Âtıf” olarak da bahsedilmesinin nedenini anlattığı pasajlardan çıkarmak mümkündür.
“l933’den evvel hastalanmış, kırk beş kiloya düşmüş, kendime sıcak bir yer arıyordum. Sandıklı’ya, daha sonra ise Nazilli’ye gelmiştim. Sandıklı’nın Kızılören köyündeydim. Çivril kaymakamı bizimle alâkadar olmuş, Ankara’ya aleyhimizde telgraf çekmiş, bu telgrafta “Bir Kürt varken, başımıza bir kürt daha çıktı” diye benden Kürt diye bahsetmişti. Bu sebepten Kastamonu Lâhikasında “Kürt Atıf” diye geçmektedir.” [25]
Ankara’ya çekilen telgrafın nedeni Sandıklı tarafında bazı hocalar, bir kısım tarîkata mensub adamlar ile Hasan Âtıf bey arasında niza çıkartmaya yönelik faaliyetlerdir. Duruma muttali olan Nursî, “Mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor. Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz, müşteriler yalvarmalı.” şeklinde bir cevap göndermiştir.
5b-Metin ve Muhteva
Üstad Bu mektubunda kendisine Hüsrev, Hâfız Ali, Hâfız Mustafa ve Küçük Ali’den gelen mektuplardan ve yaptıkları hizmetlerden memnuniyeti ve sürurunu bahsettiği bu mektubun sonunda Hasan Âtıf’ın başındaki sıkıntıya da değinir ve burada “Müsbet Hareket” kavramını kullanır.
“Sandıklı tarafında, kemal-i şevk ile ve ciddiyetle faaliyette bulunan Hasan Âtıf kardeşimizin[26] bir mektubundan anladım ki; orada perde altında faaliyetini durdurmak için, bazı hocalar, bir kısım tarîkata mensub adamları vasıta edip fütur veriyorlar. Halbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor. Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz, müşteriler yalvarmalı.
O kardeşimiz, hakikaten hâlis ve tam sadık. Kalemi gibi, kalbi, ruhu da güzel. Fakat birden herşeyi mükemmel ister, onun için biraz sıkıntı çeker. Mümkün olduğu kadar hem ihtiyat etsin, hem de mübtedi’ hocalara mübareze kapısını açmasın. İnşâallah Cenab-ı Hak onu muvaffak eder. O mıntıkada kendi gibi hâlis rükünleri bulur, belki de bulmuş. Biz başta onu ve onun etrafındaki Risâle-i Nur şakirdlerini tebrik ediyoruz. Onların az hizmetlerine çok nazarıyla bakıyoruz. Ben buradan onlarla muhabere ve müşavere edemediğimden; sizler benim bedelime, o kardeşlerimize hem selâmımızı, hem manevî kazançlarımıza haslar dairesinde, Âtıf’ın sadık rüfekası ünvanı altında dâhildirler. Her sabah yanımızda manen bulunuyorlar.”[27]
Bu mektuptaki ifadelerden Müsbet Hareketin yine dahilde geçerli olduğu Risâle-i Nur hizmetini engellemek isteyenlerin bazı hocaları ve bir kısım tarîkat mensuplarını Hasan Âtıf’a karşı tahrik ettikleri anlaşılmaktadır. Buna göre Müsbet Hareket; dahilde nizaya ve ihtilafa yola açacak davranışlardan özellikle hocalar ve ehl-i tarikat ile mübarezeden kaçmak olduğunu söyleyebiliriz. Kendi mesleğine fütur vermemek için bu tür meselelerde başkaları düşünmemek gerektiği ve müşteri aramağa mecbur olunmadığı söylemektedir. Yani müsbet hareket anlam dairesi içinde şayet ihtilafa ve mübarezeye yola açacaksa Risâle-i Nur’a müşteri aramaktan vazgeçmek gerektiği manasını da içermektedir.
6- EMİRDAĞ LÂHIKASI (I)[28]
6a-Telif Zamanı
Said Nursî, Denizli hapsinden sonra Emirdağ’a sürülmüştür. Emirdağ hayatı iki aşamalıdır. İlk dönemde 1944-48 yılları arasında dört yıl Emirdağ’da kalmıştır. Ardından 1948-49 arası onbir ay Afyonkarahisar’da hapsedilmiştir. 1949-53 yılları arasında tekrar Emirdağ’a dönmüştür. 1953-60 yılları arasında da bazen Isparta’da bazen Emirdağ’da kalmıştır. Nitekim vefatından beş gün önce Isparta’dan Emirdağ’a gelmiştir.
Emirdağ hayatının ilk döneminde yazdığı mektupların birisinde “Müsbet Hareket” kavramını kullanmıştır. Tam olarak hangi yılda yazıldığını tespit edemesek de “yeni hurufla Asâ-yı Musa’yı tab’etmek niyetimiz” ifadesinden Mektubun 1945- 1948 arasında yazıldığı anlaşılmaktadır. Zira yeni huruf ile baskıya rıza göstermesi bu yıllara tekabül etmektedir.[29]
Yine “Risâle-i Nur’a karşı -iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi- istimal etmek ve Risâle-i Nur’a ve şakirdlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeğe münafıklar çabalıyorlar.” İfadesi ile 1943’te yaşanmış olan beşinci Şuâ meselesini kastediyorsa bu mektup bundan iki yıl sonra 1945 yılında yazılmıştır.[30]
6b-Metin ve Muhteva
Emirdağ’da yazılan bu mektupta “müsbet hareket” kullanımı yine dâhilde yaşanabilecek bir fitneyi engellemeye yöneliktir.
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Şimdiye kadar gizli münafıklar, Risâle-i Nur’a kanunla, adliye ile ve asayiş ve idare noktasından hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman tedafüî vaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı. Bilakis tecavüzleri Risâle-i Nur’un dairesini genişlettirdi. Bu defa yeni hurufla Asâ-yı Musa’yı tab’etmek niyetimiz, ihtiyarımız olmadığı halde, tecavüz vaziyeti Risâle-i Nur’a veriliyor gibidir. Bu hâdisenin ehemmiyetli bir hikmeti şu olmak gerektir:
Risâle-i Nur bu mübarek vatanın manevî bir halaskârı olmak cihetiyle şimdi iki dehşetli manevî belayı def’etmek için matbuat âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.”
Bu paragraftan sonra Nursî, Risale-i Nurların gerek muharref Hıristiyanlığın gerekse şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanına karşı koruyucu faaliyetlerini anlatmış, Risâle-i Nur’a yönelik komplo ve eleştirilerin farklı cephelerine dikkat çekmiştir. “… daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez, daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid’a tarafdarı veya enaniyetli sofi-meşreblileri bazı kurnazlıklarla Risâle-i Nur’a karşı -iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi- istimal etmek ve Risâle-i Nur’a ve şakirdlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeğe münafıklar çabalıyorlar. İnşâallah muvaffak olamazlar. Risâle-i Nur şakirdleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar. “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz.” deyip yatıştırsınlar.”[31]
Bu mektubundaki ifadeler daha önceki tespitlerimizi desteklemektedir. Müsbet hareket kavramı Risâle-i Nur ve talebelerine karşı kurulan komploları akim bırakmaya yöneliktir. Bu hakikatleri toplum indinde kıymetsiz kılmak ve insanları onlardan soğutmak için yapılmış bir algı operasyonunun boşa çıkarmaktır. Nitekim önce ehli- imanın arasına nifak ve şikak sokarak bunu yapma çabaları sonuçsuz kalmış sonra da haksız mahkeme süreçleri yargılamalar hapislerle Risâle-i Nur taraftarları galeyana getirilmek istenmiştir. Böylece toplumda asayişi bozan bir grup olarak gösterilmek istenmişlerdir.
Nursî’nin bu mektubunda da Risâle-i Nur talebeleri ve mesleğine yönelik tehlikeler karşısında müspet hareketten bahsettiği anlaşılmaktadır. Bu tehlikelerden birisi asayiş ve idari noktasında bazı erkânın tahrik edilip Risâle-i Nur talebelerine karşı tecavüzkâr muameleler yapmalarıdır.
İkinci husus ise bunu başarılamaması sonucunda din perdesi altında bazı hocalar veya Sufî meşreb bazı kimseler ileri sürülerek Risâle-i Nura karşı tecavüzkâr hareketlere sevk edilmişlerdir. Nursî burada da yine müspet hareketi tavsiye etmiştir. Bu mektubunda müsbet hareketin davranış tarzı boyutunu biraz daha açtığını görmekteyiz. “Müsbet hareket”; tam ihtiyatla beraber bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmemek, aldırmamak, şayet taarruz edenler ehli ile iman ve ilim ise dost olsunlar biz size ilişmiyoruz siz de bize İlişmeyiniz biz ehli imanla kardeşiz deyip yatıştırmaktır.
7- SON MEKTUP EMİRDAĞ LAHİKASI (II)[32]
7a- Telif Zamanı
Müsbet hareket kavramının en son aşamasındaki anlamını Nursî’nin talebelerine Ankara’da 1960 yılında verdiği son derste görmekteyiz. Bu mektup kavramın en detaylı tanımını içerir. Ayrıca yazılış yeri, zamanı ve gerekçesi ile ilgili tarihi bilgiler “Müsbet Hareket” kavramının nihai anlamını belirlemeye yardımcı olmaktadır. Bu mektubun yazılış yeri ve gerekçesi hakkında kesin ve oldukça detaylı malumat bulunmaktadır.
Nursî’nin talebelerinden merhum Bayram Yüksel, Nursî Ankara Beyrut Palas Oteline geldiğinde bazı mühim zatların kendisini ziyarete geldiklerini bunun üzerine Üstad’ın burada vasiyetnamesi hükmünde olan bir mektubu kaleme aldığını ve bu mektubun nur talebelerinin müsbet hareket tarzını bir kanun gibi ilelebet devam ettirmelerini istediğini nakletmektedir.[33]
Said Nursî bu dersi vefatından 2 ay 20 gün önce 4 Ocak 1960’da Ankara Beyrut Palas otelinde yapmıştır. Bu derste Mehmet Kayalar’ın da bulunmasını istemiştir. Kayalar bu anı şöyle anlatmaktadır. “Vefatından biraz önce Diyarbakır’da Üstad’dan bir telgraf aldım. Derhal Ankara’ya gelmemizi istiyordu. Hemen uçakla Ankara’ya geldim. Demek son dersini vermek istiyormuş. Zaten ondan sonra görüşmek nasip olmadı. Ancak Urfa’da mübarek na’şını görebildik.” [34]
Kayalar’ın hatıralarında dersin içeriği hakkında şu ifadeler de görülmektedir. “Üstad son dersinde menfi harekete katiyen izin vermemişti, katiyen kılıç çekilemeyeceğini ve onların aleyhinde bulunulmayacağını ifade etmişti. Hatta ben bir hadiste gördüm: ‘Başınızda bulunanlar eğer dünyevî umurunuzu tedvir ediyor ve dinî faaliyetinize ilişmiyorsa onlara karşı gelmeyin. Velev ki, başınızdaki karabacaklı bir Habeşli bile olsa.’ Nitekim Üstad, 31 Mart ve Şeyh Said isyanlarında da menfî bir tavır takınmamıştı.”[35]
Kayalar’ın çağrılma sebebini Bayram Yüksel’in hatıralarından anlamak mümkündür. “Bir gün Diyarbakır’dan bir mübarek zat (Kayalar olmalı) mektup yazmıştı. Üstadımıza. Orada birisi rüya görmüş, rüyasında Peygamber-i Zişan Efendimiz ve Hülefa-yı Raşidînin ve Gavs-ı Azam gibi zatların bulunduğu meclise Cibril Alehisselâm gelip, artık hizmetin, neşriyatın sona erdiğini ve bundan böyle maddî cihad lâzım olduğunu söylemiş. Bunu Üstadımıza yazmışlardı, biz de okuduk. Üstadımız hemen kâğıt kalem istedi. Cevap yazdırdı. ‘O rüyanız mübarektir, yalnız te’vile ve tabire muhtaçtır. Oradaki cihad maddî değil, mânevî iman hizmetidir, düşmana galebe çalmak silâh ile değil, Nur’un İmanî burhanlarının küfr-ü mutlaka mânevî galabesine işarettir. Sakın maddî cihad zannedilmesin. Ve ben rüya ile amel etmem’ demişti.” [36]
Nursî bu dersin bir benzerini Ankara’dan ayrıldıktan sonra geldiği İstanbul’da Piyerloti Otelinde kendisini ziyarete gelen talebelerine yapmıştır. Bunu da Mehmet Fırıncı’ şöyle anlatmaktadır. “ Üstad Hazretleri akşam namazından sonra uzun, çok uzun ders yaptı. Çok şiddetli konuşuyordu. Divanında dizleri üzerinde duruyor, bazen fırlayıp ayağa kalkıyor, divan yaylanıyordu. Çok haşmetli bir vaziyeti vardı. Üç husus üzerinde durduğu hatırımda: “Birisi, ‘Bu mahşerî kalabalığı buraya niye topladınız?’ diye bize kızıyordu. Ve diyordu, ‘Bizi de kendilerine benzetirler. Bizi de nümâyişçi, âlâyişçi zannederler. Hâlbuki bizim mesleğimiz ihlâstır. Hizmetimiz böyle şeylere müsaade etmez. Biz her halükârda ihlâsı muhafazayla mükellefiz’ diyordu. Fakat vakıa o ki, o kalabalığı biz kimseye haber vermemiştik. Ben sadece kardeşim Mustafa’ya söylemiştim. O da Üsküdar’a gelmişti.
İkincisi, ‘Bizim vazifemiz yalnız ve yalnız ihlâs dairesinde imana hizmet etmektir. Risâle-i Nur ehl-i küfrün belini kırmıştır. Merak etmeyiniz. Hiçbir halt edemeyecekler. Ermeni-Taşnak komitesi, mason komitesi, komünist komitesi benimle uğraştı. Dünyanın en müthiş komitesi Nurculuktur. Fakat kat’iyyen menfî harekete iznim yok. Her birinizi o genç Said kabul ediyorum’ diyordu.
Üçüncüsü, Risâle-i Nur’un müsbet iman hizmetiyle memlekette asayişin temin edileceğini söylüyordu. ‘Risâle-i Nur’da ve Nur talebelerinde kuvvet var. Fakat kullanmaya izin yok. Kur’ân müsaade etmiyor. Yoksa 28 senelik düşmanlarımdan bir günde intikamımı alırım. Masumlara zarar gelir. Kat’iyyen menfi harekete izin yoktur’ derken, iki dizinin üstünde kollarını bize doğru sallayarak odanın içinde âdeta yıldırımlar çakıyordu. Bizler hayretler içeresinde kalmıştık. O gece böyle geçti.”[37]
7b-Metin ve Muhteva
Böyle bir arka plana sahip olan son dersine Nursî “müsbet hareket”kavramını tanımlayarak başlamıştır.
“Aziz kardeşlerim!
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.
Tanımın ardından bazı örnekler verilmiş ve akla gelebilecek bazı soruları ve itirazları cevaplamıştır.
İlk olarak sabır göstermede bazı fıtratların mazur olabilecekleri zannı giderilmiştir. Bilakis her fıtrata sahip kişilerin müsbet harekete vazifeli olduğunu belirtmiştir. “Meselâ kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hâdiselerle sabit olmuş. Meselâ: Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfî’de i’dam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım.”
Sabrın sadace fiziksel maddi karşılık vermeyi içermediği izah edilmiştir. “Evet meselâ: Seksenbir hatasını mahkemede isbat ettiğim bir müddeiumumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim.”
Son mektubta müsbet hareketin bu tanımı yanında bazı temel unsurlarını tespit etmek mümkündür. Müsbet hareket dahilde manevî cihadı esasa almaktadır. Asayiş öne çıkarılmıştır. Müsbet hareketin en önemli hedefi dahilde asayişi muhafaza etmektir. Varolan kuvvetin dahilde kullanılamayacağını içermektedir. En önemli unsuru asayişi muhafaza etmektir. وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى” âyetinin gereği olarak zalimlere bakarak masumlara zarar vermekten uzak durmaktır. “Çünkü asıl mes’ele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.”
Derste dikkati çeken önemli hususlardan biri de bu yaklaşıma karşı ileri sürülebilecek bazı argümanlara cevap verilmiş olmasıdır. Meselâ dahilde cihadın maddi olacağına dair ileri sürülebilecek bazı tarihi olaylar değerlendirilmiştir. “Alem-i İslâm’da asayişi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir.” Denilerek buna cevaz olmadığını belirtmiştir.
Yine acaba kuvvet yokken müsbet hareket söz konusu iken güçlenince geçersiz mi olur vehmine de cevap verilmiştir.
Ayrıca müsbet hareket ediyoruz ama bir şey değişmiyor gibi beklentiler de cevaplanmıştır. Ona göre Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlahiyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk’a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”
En önemli husus Müsbet Harekette dahil ile hariç arasında karıştırmadır. Bu nedenle Nursî şöyle der: “Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.”
Nursî bu mektupta dahilde asayişi bozacak muhtemel bazı hususları da dile getirmiştir. Bunlardan birisi son zamanlarda Müslümanlar arasında da ortaya çıkan dünyevileşme sonucu ehl-i iman arasında israf vs. gibi bidatların yaygınlaşmasıdır. Bunu dikkate alarak dahilde münakaşa ve mübarezeye düşülmesini istememektedir.
Yine benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıkların da müsbete hareketi engelememesi üzerinde durmuştur.
Bu mektupta “Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim.” İfadesi de dikkat çekmektedir. Son ders 1960 ta verilmiştir. Otuz yıl öncesi 1930 eder ki müsbet hareket kavramını ilk olarak kullandığı Barla yıllarına tekabül etmektedir.
SONUÇ
Said Nursî’nin düşünce dünyasında en önemli kavramlardan birisi “Müspet Hareket” kavramıdır. Bu kavram neredeyse onun tüm yaklaşımları ile bir bütünlük içeresinde olup belirleyici bir konumdadır. Ancak bu kavram çoğu zaman onun kendi anlam içeriğinin dışında harici bazı beklentiler ile anlamlandırılmaktadır. Meselâ benzer tavırlardan hareketle sivil itaatsizlik, pasif direniş gibi başka kavramlar ile karıştırılmaktadır. Hâlbuki bu kavram ona mahsus olup yine kendi kullanımlarıyla açığa çıkan orijinal bir anlam içeriğine sahiptir.
Said Nursî bu kavramı eserlerinde yedi yerde kullanmıştır. Bunlardan bir kısmı teorik olarak müsbet hareketin tanımlanmasını içerirken diğerleri talebelerini uyarmaya yönelik mektuplardır. Ancak bunlar da içeriği itibariyle kavramı anlamlandırmaya yardımcı olmaktadır.
Nursî’nin bu kavramı kullandığı yerleri hem kronolojik olarak hem de bu kavramın geçtiği pasajları metin dışı bağlamları ve metin içi bağlamları ile değerlendirdiğimizde şu sonuçlara ulaştık.
Müspet hareket kavramının kronolojik bir süreci vardır. İlk kullandığı yer Hakikat Çekirdekleri’dir . Henüz Risâle-i Nurların telifinin başlamadığı bu zamanda Nursî’nin zihninde müspet kelimesinin bir anlamı olduğunu görüyoruz. O müsbet kelimesini ve müsbet hareketi tahrip karşısında, vücud, icad, tamir manalarını içerecek şekilde kullanmıştır. Daha sonraki kullanımları ise Barla’nın ilk döneminin sonlarıdır. Risale-,i nurların telfinin bir mesafe kat ettiği ve yayılmaya başladığı bu sürçte eserlere ve taraftarlarına yönelik bazı komplolar yürütülmeye başlanmıştır. Bunu engellemeye çalışan bazı odakların Müslümanlar arasında nifak ve şikakı yaymaya çalışmaları müsbet hareket kavramı ile dahilde ihtilaf yerine ittifakı sağlamaya yönelik teorik ve uyarı mahiyetinde yazılar kaleme almıştır. Böylece Müslümanlar arasında ittifakı ve muhabbeti sağlayacak mübareze, münakaşa ve ihtilaftan kaçındıracak bir davranış şeklini benimsemiştir. Bunu müspet hareket olarak kavramlaştırmıştır.
Uhuvvet ve ihlas risalelerinde konuyu ilmî açıdan temellendirmiştir. Ayrıca mektupları ile de talebelerine bu yaklaşımı tavsiye etmiştir. Müsbet hareket kavramını en son olarak son dersinde kullanmış ve oldukça detaylı açıklamalar yapmıştır. Bu son kullanıma sahiptir. Maddi cihad beklentileri karşısında “Müsbet Hareket ve Manevi Cihad” dersi vermiştir. Dahildeki cihad ile hariçtekinin karıştırılmamasını istemiştir.
Gönderdiği mektuplarda yapmış olduğu ikazlara bakıldığında ilk dönemlerde müsbet hareket ile özellikle talebeleri üzerinde oynanmak istenen oyunları boşa çıkarmıştır. Kendisine ve talebelerine karşı kışkırtılan Müslümanları, hocaları ve ehl-i tarikata karşı mübareze etmeden ihtilafa sebebiyet vermeden müsbet bir tavır sergilemeye davet etmiştir. Dahilde mübareze münakaşaya yol açacak konulara girmemiş ve girilmesini de istememiştir.
Müspet hareket kavramını anlarken son mektup olarak bilinen üstadın dersini dikkate almak gerekmektedir. Zira bu mektupta ki müspet hareket kullanımı daha öncekilerden farklı bir içeriye sahiptir. Risâle-i Nur talebeleri ve Risâle-i Nur hareketine yönelik tehlikeleri uzaklaştırmaya odaklanın bu mektupta müspet hareketi ile doğrudan maddi güç ile silahlı mücadele ile Bu hizmetin ilgisinin olmadığı açıkça vurgulanmıştır. Kavrama bu anlamın yüklendiğini hem mektubun içeriğinden hem de mektubun yazılmasını gerekli kılan ortamı bize anlatan hatıralar göstermektedir.
Müsbet hareket kavramı çerçevesinde Nursî Müslümanların zayıf düşürülme oyunlarını da boşa çıkarmak istemiştir. Çünkü ona göre İslam ümmeti dahildeki ihtilaflar nedeniyle potansiyel gücünü kullanamamaktadır. Zira Müslümanlar sayısal olarak çok olmalarına ve güçlü olmalarına rağmen sadece aralarında ittifakı sağlayamadıkları için ehli dalalete mahkum olmaktadırlar. Sait Nursî müspet hareket kavramını işte yeniden bu gücü kullanabilmek ve Müslümanlar arasındaki ihtilafların giderilmesi için kullanmıştır. Müspet hareket kavramı etrafında bu ihtilafları giderecek değer düşünce ve davranışları ortaya koymuştur. Sadece düşünce bazında değil aynı zamanda bu düşüncenin nasıl gerçekleştirilebileceğini ve önündeki engelleri de ifade etmiştir. Bir mektubundan anlaşıldığı üzere şayet Müslümanlar arasında ihtilafa münakaşaya mübareze yol açacaksa hizmette Risâle-i Nurları başkalarına ulaştırma hedefinden de vazgeçilebileceğini belirtmiştir.
Son olarak müspet hareket kavramının iki temel esası ve üç aşaması olduğunu söyleyebiliriz. Birinci aşaması müspet kavramının zihnindeki oluşum sürecidir. İkinci aşaması müspet hareketin kavramlaştırmasıdır. Üçüncü aşaması ise Risâle-i Nur müntesipleri olmak üzere tüm Müslümanlara menfi hareket ile kaybettiklerini gösterip müsbet harekete teşvik etmesidir.
İki temel esasına gelince bunlardan birincisi dahilde fitneleri engellemek, ittifakı sağlamak ikincisi ise yanlış İslam ve Müslüman algısını düzeltmektir. Özellikle son mektubunda ve bir önceki mektupta asayişi bozan bir Müslüman tiplemesine karşı çıkmıştır. Böyle bir İslam algısını gidermek gerektiği kanaatindedir. Bütün yazılarında Müsbet hareket dahildeki ilişkiler ile alakalıdır. Bu nedenle müsbet hareket yaklaşımı dahilde geçerlidir. Ancak yukarıda değindiğimiz üzere müsbet hareketin doğru bir İslam ve Müslüman algısını hedeflediği kanaatine bağlı olarak bugün İslam ile terörü bağdaştıran yaklaşımlar karşısında da müsbet hareketten istifade edilebileceği kanaatindeyiz.
[1] Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Isparta.
[2] Bu bölüm genel olarak daha önceki bir çalışmamızdan alınmıştır. Bkz. İshak ÖZGEL, Tarihselcilik Düşüncesi Bağlamında Kur’ân’ın Tarihsel Yorumu, Yayınlanmamış Dr. Tezi. Isparta,
[3] Betül ÇOTUKSÖKEN, Felsefeyi Anlamak &a
Youtube