İMAN VE DEĞER ODAKLI MANEVİ YAŞANTININ MÜSPET HAREKET AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
İMAN VE DEĞER ODAKLI MANEVİ YAŞANTININ MÜSPET HAREKET AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
İsa CEYLAN[*]
ÖZET
Said Nursi, hayatının son döneminde son dersi olarak ifade ettiği mektubunda, kendisinin ve talebelerinin en önemli vazifesinin menfî hareket değil müspet (pozitif) hareket etmek olduğunu ve Allah’ın vazifesine karışmamak olduğunu vurgulamaktadır. Bu çerçevede sabır ve kabullenme gibi kavramların önemine vurgu yaparak sonuç odaklı hareketten men ederek süreç odaklı hareketin önemine dikkat çekmektedir (Nursi, 2004: 225).
Said Nursi, müspet hareketi Yaratanla beraber yaşanan güven ilişkisi ve Yaratan’a olan bağlılık içerisinde sürdürülen bir hayat sistemi olarak görmektedir. Bireyin iç dünyasında ve toplumla olan ilişkilerinde Allah rızası için ihlasla yapılan her türlü davranışın pozitif etkisinin büyüklüğüne vurgu yapmaktadır. Müspet hareket etmeyi hadiste belirtilen büyük cihatla bütünleştirerek manevî tahribata karşı ihlas sırrı ile manevî tarzda hareket etmek olarak değerlendirmektedir.
“Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müspet hareket edeceğiz… Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müspet bir şekilde yardım ediyoruz” ve “müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğu” ifadeleri, hayatta karşılaşılan problemlere yönelik manevi bakım çalışmalarının bireyin psikolojik sağlamlığına ve olaylarla başa çıkma becerilerine olan pozitif katkısının ne denli büyük olduğuna dikkat çekmektedir. Manevî tahribata karşı çalışmanın önemine değinmekte ve manevi tahribata karşı maddî değil, “manevî hizmetler”in gerekliliğini vurgulamaktadır (Nursi, 2015: 462.)
Buradan hareketle bu çalışmada; özellikle hastalar, madde bağımlıları, mahpuslar, sokakta yaşayan çocuklar gibi dezavantajlı gruplara yönelik gerçekleştirilen manevi bakım çalışmalarında tanrı algısı, farkındalık, hoşgörü, affetmek, sabır, şükür, dua, iyi niyet, ahiret inancı, ümit, takva gibi kavramların sorunlarla başa çıkmaya olan pozitif etkisi değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Müspet Hareket, Manevi Bakım, Psikolojik Sağlamlık, Başa Çıkma, Risale-i Nur.
Giriş:
Maddeye anlam katan ve eşyanın esası olan mana ile ilgili olan her şey maneviyat olarak nitelendirilmektedir. Maneviyatın esas tutulması ve manevi yaşayışın yoğunluğunun arttırılması kişiyi müspet harekete sevk edecektir. İmanın; yani yaratanla kurulan bağ ve ona duyulan güven ve sevgi, maneviyatı güçlendirmede en önemli unsurlardır. İman zemini üzerine kurulan insan-Allah ilişkisinin insanda sağladığı iç huzur ve barış, müspet hareketin kimyasını oluşturur. Müspet hareket, çatışma ortamlarının ortaya çıkmasını engelleyen toplumsal bütünleşmeyi sağlayan değişimi ve kabullenmeyi besleyen bir özellik taşımaktadır.
Son yıllarda “manevi bakım” üzerine yapılan araştırmalar çerçevesinde (Özdoğan, 2009: s. 241; Seyyar, 2014) bireylerin, din de dâhil olmak üzere, manevi ihtiyaçlarına cevap olabilecek yöntemler geliştirilmektedir. Olaylarla başa çıkmanın güçleştiği olağanüstü durumlarda bulunan dezavantajlı gruplara yönelik manevi değerler eğitiminin pozitif (müspet) etkisi Batı’da yapılan birçok çalışmada bilimsel verilerle ortaya konulmuştur. Hastalar, mahpuslar, sokakta yaşayan çocuklar, bağımlılar, çocuk ıslah evinde kalanlar, askerler vb. ile yapılan çalışmalarda pozitif (müspet) sonuçlar alınmıştır.
Müspet hareket çerçevesinde değerlendirilebilecek manevi bakım çalışmaları daha çok değerlerle beraber ele alınmaktadır. Değerler insanı insan yapan en önemli hususlardır. Risale-i Nur’un bütünlüğüne bakıldığında insanın ancak iman ile insan olabileceği belirtilmektedir. İman eden insanı; yani mü’mini değerli kılan kavramları bilgi boyutunun yanında beceri boyutunda edinmek, hayatta aktif bir şekilde kullanabilmek aynı zamanda yaratılış gayesine uygun hareket etmektir.
Said Nursi, müspet hareketi Yaratanla beraber yaşanan güven ilişkisi ve Yaratan’a olan bağlılık içerisinde sürdürülen bir hayat olarak görmektedir. Bireyin iç dünyasında ve toplumla olan ilişkilerinde Allah rızası için ihlasla yapılan her türlü davranışın pozitif etkisinin büyüklüğüne vurgu yapmaktadır. Müspet hareket etmeyi hadiste belirtilen büyük cihatla bütünleştirerek manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmek olarak değerlendirmektedir. “Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müspet hareket edeceğiz… Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müspet bir şekilde yardım ediyoruz” ve “müspet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğu” ifadeleri, madde bağımlılığına yönelik manevi değerler eğitiminin bireyin şahsi aleminde ortaya çıkaracağı pozitif katkının ne denli büyük olduğuna dikkat çekmektedir. Manevî tahribata karşı çalışmanın önemine değinmekte ve manevi tahribata karşı maddî değil, “manevî hizmetler”in gerekliliğini vurgulamaktadır (Nursi, 2004: 245).
Said Nursi müspet hareket etmeyi bir meslek olarak kendisine edinmiş ve Kur’an’ın esaslarına dayanan medeniyet düşüncesinde müspet hareketin çok önemli olduğunu belirtmiştir (Nursi, 2014: 433). Kendisi ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiş; "Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebep olunamaz" demiştir. Bundan dolayı yapılan birçok zulümler esnasında bir tek hâdise meydana gelmemiş ve Bedîüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır, tahammül ve yalnız iman ve İslâmiyet’e çalışmayı tavsiye etmiştir (Nursi, 2015: 216 )
Yine Risale-i Nurun bütününe baktığınız zaman Allah’ı Tanımak, Şuurlanma (Farkındalık), Hoşgörü, Affetmek, Sabır, Şükür, Dua, Hüsn-ü zan (iyi niyet), Ahiret İnancı, Ümit, Takva (Allah’ın sevdiği eylemleri yapma ve istemediği eylemlerden uzak durma konusunda sorumlu, bilinçli ve duyarlı tutum (Nursi, 2015: 303)) gibi kavramların yaşam olaylarıyla başa çıkmada pozitif etkisi olduğu görülmektedir. Özellikle hoşgörü ve affetme, farklılıkları anlama ve kabullenmede müspet hareket pratiği olarak kendini göstermektedir. Burada özellikle belirtilmesi gereken bir husus vardır ki manevi değerlerin kişide yerleşmesi ve hayatta aktif bir şekilde beceri ve davranış boyutunda kullanılabilmesi için ön bir değer olarak tevazu değerinin edinilmesi gerekmektedir. Gurur ve kibirden uzak, haklılık davasından uzak bir mütevazı yaşayış, bahsi geçen manevi değer ve kavramların edinilmesine zemin hazırlayacaktır.
Günümüz modern dünyasında tanrısallık atfedilen bireyin en çok zorlandığı noktalardan birisi tevazu olarak gözükmektedir. Zamanın enâniyet asrı olduğunu ifade eden Said Nursi (2004: 74), benlik ve hodfüruşluğun bu zamanın bir hastalığı olduğunu dile getirmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi enaniyet duygusuna zıt olan tevazu değerinden mahrum olmanın getirdiği manevi değerlere kapalılık bireylerin ve toplumların maneviyata körleşmesine, hayatın anlamını kaçırmasına, mutsuzluk ve huzursuzluğun getirdiği psikolojik problemlere, hatta toplumsal kaoslara sebep olabilmektedir. Günümüzde kendine, yaşadığı topluma, devlete insanlara bir değer atfetmeyen kişilerin çok rahat bir şekilde canlı bomba olduğunu, yüzlerce insanı bir anda kendiyle beraber öldürebildiğini müşahede etmekteyiz. Manevi değerlerin bireyde ve sonrasında toplumda yerleşmesinde toplumsal bütünleşme, asayişin muhafazası ve emniyetin devamı açısından büyük katkısı bulunmaktadır.
Müspet Hareketi Doğuracak Önemli Bir Unsur: İletişim.
İletişim, insanları anlamak, hayata değer katmak ve toplumsal bütünleşmeyi sağlamak açısından önemli bir unsurdur. İletişimin önündeki en büyük engellerden birisi muhakkak ki kendi fikrini esas yapıp karşıdaki bireyi düzeltmeye ve kendi fikrini benimsetmeye odaklanmış bir yaklaşımdır (Nursi, 2006: 150). Dinleme adına karşıdaki kişinin sözünün bir an evvel bitmesini istemek, kendi sözünü söylemek için sabırsız bir tutum içerisine girmek, dinlemek değil pasif bir bekleyiştir. Bazen olur ki karşıdakinin sözü en sonunda bitmiştir ve konuşabilmenin sabırsızlığıyla karşıdakinin konuştuklarının içeriğine vakıf olunamamıştır. Sıra kendisine gelip konuşurken karşıdakinin “ben de zaten bundan bahsetmiştim, beni hiç dinlemedin mi” sözü bütün iletişimi kesecektir. Hz. Ali’ye atfedilen “kendini insanlardan bir insan bil” ve Risale-i Nur’da geçen “insan herkesi kendisinden üstün bilmelidir (Nursi, 2008: 66 )” ifadelerindeki tevazu vurgusu, iletişimde etkin dinleme diye ifade edilen tutumun önemine dikkat çekmektedir. Her kim olursa olsun söylenenleri küçük görmeden ve önemseyerek dinlemek iletişimde en önde gelen unsurlardan biridir.
Allah c.c. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’nın Firavun’a davet için gittiğinde nasıl davranması gerektiği konusunda direktifler vermektedir. Firavun’a tatlı ve yumuşak bir sözle söylemesini istemektedir (Tâhâ Sûresi-44). Firavun’la bu şekilde bir iletişim içerisinde olunması gerektiği vurgulanırken mü’minin mü’minle iletişiminde takınacağı tutumun en azından bu şekilde olması daha akıllıca ve mü’mince görünmektedir. Yine Kur’an’da “iyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel olan (iyilik) ile def' et; bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost olmuştur!”(Fussilet Sûresi-34) ifadesi de nasıl bir tutum takınmamız gerektirdiği konusunda da bizleri yönlendirmektedir.
Öncelik kanaatlerin mi; hakikatlerin mi?
Said Nursi’nin Muhâkemat isimli eserinde mâsadak ile mana ayrı olarak belirtilmektedir (Nursi, 2010: 19). Mana denilen öz, içerik ve esas ile mâsadak denilen doğrulayıcı tasdik edici onaylayıcı bir yapının karıştırılması ve arasındaki ayrımın net ve doğru bir şekilde yapılamaması masadağın mana yerine konulmasını netice vermektedir. Menfaatimize uygun olan birtakım kanaatler ve siyasi görüşümüze uygun olan birtakım düşünceler, şahsi kanaatlerimizden bağımsız olarak var olan hakikatlerin, gerçeklerin ve manaların yerine mâsadak olarak ifade edebileceğimiz ve asıl hakikate ve manaya yakın olarak düşündüğümüz fikir ve kanaatlerimizi koymamız esastan bir hata olarak ifade edilmektedir.
Risale-i Nurun bakış açısına göre, bir meselenin münazarasında nötr kalabilme ve hakikat avcılığı yapmanın mümince hareket etmek olduğu belirtilmektedir. Zira münazara sonucunda haklı çıkan, bir şey öğrenmemiştir sadece kendi fikrini karşı tarafa kabul ettirmenin nefsani lezzetiyle baş etme durumuyla yüz yüze kalmıştır (Nursi, 2007: 158). Haksız çıkan ise eğer insaflı ve gerçek bir müminse tevazusunu takınır ve yeni bir şey öğrenmiş olmanın manevi lezzetini tadar.
Yaşadığımız tecrübeler iktidar hevesinin ve hedefinin hakikatin safiyetini bozduğunu, sahih ve yalın mümin duruşunu saptırdığını açıkça göstermiştir. Zira öncesinde bir iktidarı hedeflemek, işin başında hakikat kaygısının dışında bir kaygıyı öncelemeyi gerektirir. Hakkın hatırı iktidar olmanın gerektirdikleriyle çakıştığı yere kadar sayılır, çatıştığı yerde iktidarın gereği öncelenir. Böyle bir durumda siyaseti öncelemek takiyye riya ve yalana kişileri ve grupları mecbur hissettirir. Hakikatten saptırır ve yoldan çıkarıcı bir durum olarak kendini gösterir (Demirci, 2003: 55). Said Nursi’nin, “Bir şeytan senin fikrine yardım etse, rahmet okutacaksın” sözüyle ifade etmek istediği bu manadır (Nursi, 2015: 96). İktidara müstağni tavır, hakkın hatırını öncelediği gibi bozulmamış kalplerde hakikat sevdasını tesis edecektir. Said Nursi’nin sivil itaatsizlik teorisi ve pratiğinde “müspet hareket etmeyi” rejime tam sadakat olarak yorumlamaktan da kurtulmuş olunur (Demirci, 2003: 56). Yine Said Nursi özellikle de siyasetle uğraşmaktan yorulmuş ve bir ferah arayan bireyin psikolojik sağlığının muhafazası ve devamı için şu öneride bulunmuştur: “ Evet selamet-i kalp (kalbin barış ve huzur içerisinde olması) ve istirahat-i ruh (ruhun rahatlaması, dinlenmesi) isteyen adam siyaseti bırakmalı” (Nursi, 2009: 123).
Müspet hareket açısından olaylarla başa çıkma yöntemi olarak sabır becerisi.
Müspet Sabır, Risale-i Nurda hem bir kuvvet, hem de bir eylem olarak ifade edilir (Nursi, 2014: 271). Hayatı güçleştiren olaylar karşısında sabır, bir eylem olarak ifade edilirken, bu olayların üstesinden gelirken veya olaylarla baş ederken lüzumsuz bir surette geleceğe yönelik endişeleri taşımak ve geçmişten esef ve üzüntü duymanın şimdinin gücünü tüketmesi durumuna karşı sabır bir kuvvet olarak ele alınır ve bu kuvvetin sadece aktif sabır kavramındaki “şimdi ve burada” ilkesine göre hareket etmenin önemi üzerinde durulur. Sabrın içinde muhakkak tahammül etme unsuru vardır. Ama sabır kavramını, olayların getirdiği yükün altına girme ve taşıma olgusuna yani tahammüle indirgemek esastan yanlış bir tutum olacaktır. Sabır pasif bekleyiş değildir, bilakis sabır proaktif bir davranış özelliğidir. Sabır, süreç yönetimidir ve gerektiği zaman taşınan, tahammül edilen yükü kenara bırakıp yola devam etmektir. Çünkü elimizde olan sadece şu andır ve yarın bana yaşamın getirebileceği yükü taşıyabilecek ve olaylarla başa çıkabilecek yeni bir sabır kuvveti verilecektir.
Müspet hareketi engelleyen tutum: Öfke.
Bireyleri öfkelendiren, agresif yapan tutum sabrın sadece tahammül boyutunda takılıp kalmaktır. Süreci yönetmek ve yeni yöntemler deneme boyutunu es geçmektir. Aynı şeyi defalarca deneyip farklı sonuç almaya uğraşmanın ve sonrasında hayal kırıklıklarının ve depresif durumların sebebini kişilerde, çevrede bazen de maalesef kaderde aramaktır.
Olayların getirdiği yükü sadece taşımak, hamallığını yapmak, haklılık ve gurur adına geçmişin yükünü gereksiz yere omuzunda taşımaya devam etmenin getirdiği yorgunluk kişiyi agresif kılar. Bununla beraber geleceği ve belirsizlikleri yönetme adına, tevekkül değerinden uzak bir şekilde belirsizliklere tahammülsüzlük de aynı şekilde endişe, kaygı ve korkuyu beraberinde getirir. Kaygı durumu da kişinin çabuk öfkelenmesindeki en önemli unsurlardadır. Risale-i Nur’da sabır konusunda belirtilen “akılsız komutan” (Nursi, 2014: 271) gibi olmadan, geçmiş ve geleceği lüzumsuz bir surette düşünmeden âna odaklanmak ve şimdinin gücünü keşfederek varoluşun gerçek manasını hazır zamanda yaşamak gerektiği vurgulanır.
Psikoloji bilimine göre stres ve öfke anında vücut kortizol hormonu salgılamakta ve bu hormon da kanda dolaşarak enerji üretme görevi üstlenmektedir. Bu enerji müspet işler yoluyla vücuttan atılmazsa stres ve gerginlik durumu devam etmektedir. Öfke birikiminin kişide birçok biyolojik ve psikolojik hastalığa sebep olduğunu, biriken öfkenin zamanla öfke patlamalarına sebep olduğu da bilinmektedir. Öfke ile ilgili olarak Kuran-ı Kerim ayetinde, müminler hakkında, “kâzımînel gayz” (Al-i İmran Sûresi-134) ifadesi geçmektedir. Birçok mealde öfkeyi yutarlar, bazı meallerde de öfkesini yenenler olarak çevrilmiştir. Fakat kâzıme kelimesinin lügatteki anlamına bakıldığında “yanında bir kuyu daha olup bundan ona, ondan buna su geçen kuyu” olarak ifade edilmektedir (Ragıp El-Isfahanî, 2010:915). Kâzıme kelimesini yutmak olarak ele almak ve o şekilde mana vermek, etimolojik açıdan lügat anlamından bağımsız, kültürel algının ürünü olan bir mana olduğu düşünülmektedir. Bununla beraber psikoloji biliminin öfkeyi yutmanın negatif getirileri konusundaki verileri de önemsenmesi gereken başka bir husustur. Risale-i nurun bütününe baktığımızda gayz ve öfkenin yalnızca Cehennem, arz ve küffar hakkında kullanıldığını görülmektedir. Müspet hareket etmeyi kendine şiar edinen mü’minler hakkında kullanılan “ kâzımînel gayz” ifadesinin öfkesini yöneten, öfke anındaki enerjisini hayırda kullanan, yöntem değiştiren, öfkeyi dengeleyen şeklide anlamak; hem hayat pratiğinde müspet hareket etmekle, hem psikoloji bilimiyle, hem asrın manevî tefsiri olan Risale-i Nurun anlam bütünlüğüyle örtüşmektedir.
Menfî hareketin sonuçları.
Müspet kelimesi lügatte olumlu, pozitif, tespit edilmiş, ispat olunmuş gibi anlamlara gelmektedir (Yeğin, 2008). Müminlerin imanda sabit kalması, imanına göre müsbet hareket etmesi İslam’ın nassları olan Kur’an ve sünnette istenen arzu edilen; hatta yaratılış gayesi olarak belirtilmektedir. Menfi kelimesi ise; “müspetin zıttı, nefyedilmiş, sürgün edilmiş, bir şeyin olmayacak cihetini düşünen, hakikatin aksini iddia eden, negatif, olumsuz (Yeğin, 2008) gibi manalara gelmektedir. Lügat anlamında da görüldüğü gibi menfi bir kişi, müspetin zıttı hareket eden, ötekileştiren, nefyeden, negatif enerji yayan, olumsuz davranışlar sergileyen bir özellik taşımaktadır. Said Nursi bu çerçevede “hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır” (Nursi, 2007: 158 ) ifadesiyle menfi davranan, olumsuz düşünen, Kur’anın emrettiği ve memur olduğu hüsn-ü zan mesleğini bırakarak sû-i zan eden, başkalarının kusurlarını aramaktan kendi kusurlarını görmeye vakit bulamayan bireylerin müspet hareket edemeyeceğini belirtmektedir. Müspet yerine menfice hareket eden, nefyeden, ötekileştiren, dışlayan, sınıflandıran bir karakter özelliğinin imandan bağımsız bir karakter özelliği gösterdiği görülmektedir.
Affetmek.
Affetmek, Risale-i Nur’da sistemleştirilir. Elbette ki mümin bir yılan deliğinden iki kere sokulmaz ve mümin feraset sahibidir. Bu bilinçte yaşamak müminin görevidir. Bunlarla beraber unutulmamalıdır ki bireyin başına gelen zulümlerin altında kaderin adaleti vardır (Nursi, 2004: 198). İnsanlarla olan iletişimde haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüzde yaşadığımız süreci anlamlandırmak, yaşanılan olaydan bir öğrenme kazanımı çıkarmak ve olayı sorun yaşanılan kişiden bağımsızlaştırarak süreci affetmek Risale-i Nur’da 4 basamaklı bir modelle anlatılır:
1. Öncelikle karşıdaki kişinin nefsine ve şeytana yenilebileceği düşüncesi, karşıdaki kişiye merhamet ve şefkatle bakmayı netice verir.
2. Kişinin kendisinde görmek istemediği, ötelediği kusurlarını görmesi gerektiği ifade edilir.
3. Kader ve kaza çerçevesinde hayatın bize öğretmek ve kazandırmak istediği bazı hususları görmek gerektiğini vurgular.
4. Son olarak imanın ve mümince hareket etmenin göstergesi olan barışı ve huzuru netice veren affetme güzelliğini göstermesi beklenir (Nursi, 2013: 266).
Ayrıca affetmek karşıdaki bireyden önce kişinin kendisine yaptığı bir iyiliktir ve affetmek kişinin içinde taşıdığı öfke gibi ağır bir yükü bırakmaktır.
Değerlendirme
Yukarıda bahsi geçen mevzular bir bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde müspet hareketin iman çerçevesinde ve mümince bir tutum olduğu görülmektedir. Yine Risale-i nurun bütünlüğü çerçevesinde bakıldığında müspet hareketin iman ve akıl birlikteliği ile olabileceği anlaşılmaktadır. İmanın yerleşmediği bir bireyden imanın göstergeleri olan değerlerin hayatta beceri, tutum, tavır, davranış boyutunda tezahürlerinin beklenmesi akıldan uzak görünmektedir.
KAYNAKÇA:
Demirci S. (2003). Kalbimizi Yeniden Yazmak. İstanbul: Timaş Yay.
Kur'an- Kerim ve Muhtasar Meali. (2012). İstanbul:Hayrat Neşriyat.
Nursi, S. (2004). Emirdağ lâhikası. İstanbul: Envar Yayınevi.
Nursi, S. (2007). Lem'alar. İstanbul: Envar Yayınevi.
Nursi, S. (2008). Mesnevi Nuriye. İstanbul: Envar Yayınevi.
Nursi, S. (2009). Kastamonu Lahikası. İstanbul: Envar Yayınevi.
Nursi, S. (2010). Muhakemat. İstanbul: Envar Yayınevi.
Nursi, S. (2013). Mektubat. İstanbul: Envar Yayınevi.
Nursi, S. (2014). Sözler. İstanbul: Envar Yayınevi.
Nursi, S. (2015). Tarihçe-i Hayat. İstanbul: Envar Yayınevi.
Özdoğan, Ö. (2009). İsimsiz Hayatlar. Ankara: Özden Öze Yayınları.
Isfahanî, R. (2010). Müfredat. İstanbul: Çıra Yayınları.
Seyyar, A. (2014). "Dünyada ve Türkiye'de Manevi Bakım Hukuku." www.manevibakim.com: 30.06.2014
Yeğin, A. (2008). Yeni Lügat. İstanbul: Hizmet Vakfı Yayınları.
[*] Araştırma Görevlisi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı,
E-posta: isa.ceylan@ankara.edu.tr