Arama Şekli Hangi İçeriklerde Aranacak Yerler Sayfalandırma






KUR’AN’IN SUNDUĞU İMANIN OLUMLU (MÜSBET) DAVRANIŞA DÖNÜŞMESİ

22.03.2019 - Hüseyin Yaşar (Yazı)

KUR’AN’IN SUNDUĞU İMANIN OLUMLU (MÜSBET) DAVRANIŞA DÖNÜŞMESİ

Prof. Dr. Hüseyin YAŞAR

Kur’an yeni bir toplum ve yeni bir hayat perspektifi sunmak için bireyin iç dünyasından dış dünyasına doğru gelişerek yönelen etkili, aktif makul kurucu anlamlar dizisi tanımlamaktadır. Fizik ve metafizik/şehadet ve gayb âlemindeki varlıkların tümüne, mazideki menzûl vahyin eskiyen ve pörsüyen, aktif hayatla bağlantısı kopmuş inanç değerlerinin yerine, Kur’an yeniden kalıcı, tanımlayıcı ve tamamlayıcı temel değerleri sunmak için nazil olmuştur. Kur’an’ın temel hedefleri çerçevesinde güncelliği sürekli, fıtrî ve yeni bir dünyayıkurmada tarihte benzeri görülmemiş bir başarı sağlamıştır.

Bunu yaparken insanın iç ve dış dünya dengesini ihmal etmeksizin kendianlamlandırmalarınıbaşarıyla yerleştirmiştir. Bin yıldan fazla süreyle insanlığı manen beslemiş, İslam dünyasının kültürel bütünlüğünü sağlamadaki etkisini hala önemli ölçüde devam ettirdiğini ifade etmek imkânına sahibiz. İslam dünyasının güncel dinamik kültürünün motive kaynağı iftiharla söylemek gerekirse Kur’an’dan başkası değildir.Ancak başlangıçta tarihi derinden etkileyipkendine özel yepyeni bir dünya inşa etmesine rağmen, Kur’an yönlendirici tesirini günümüzde etkin bir şekildegösteremediğini ifade etmekte sakınca görülmemesi gerekir. Ebetteki problemin sebeplerini tartışmak, konuşmak gerekir. Tebliğin çerçevesinde yapılması gereken de budur.

Güncel dünya sahnesindeki Müslüman bireyin ve toplumun duruşunun, fıtratı önde tutan temel kutsal metin olan Kur’an’la örtüşmediği ortadadır. Yüce kudret, dinini tüm dinlerin üstüne çıkarmak için Resulünü gönderdiğini bildirmektedir.(Tevbe,9/33;Fetih,48/28;Saf,61/9)Atıf yaptığımız her üç surenin de medenî olması buna ayrı bir anlam katmaktadır. Yani Kur’an var olduğu müddetçe her zaman Müslümanlar dünya milletlerinin her yönden önünde olması gerektiğini ayetlerden çıkarılabilecek sonuçlardır.Kur’an her asırda yeniden nazil oluyormuşçasına güncelliğini koruduğunu, tüm asırlarda tüm insan tabakalarına hitap ettiği bilinmektedir. Ayrıca o, mevcut medeniyete rağmen hakkı savunmakta, fazileti ve Allah rızasını öne almakta, yardımlaşmayı esas tutmaktadır. Toplumlar arasındaki ilişkilerde ise, ırkçılık yerine dinȋ ve sosyal bağları kabul etmektedir. (Yirmi Beşinci Söz, ikinci Cilve) Kur’an esasları böyle olduğu halde İslam toplumunun içinde bulunduğu istenmeyen durumunzafiyetiilahî vahyinkendisinden, Kur’an’dan olmadığı kesinlikle bilinmektedir. Hatırı sayılır bir çoğunluğa sahip Müslüman nüfusun etkisizliği ve etkinsizliğinin sebepleri tarihsel süreçteki yorumlamadan ziyade günümüzdeki anlama ve anlamlandırma gerekçelerinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu gerekçelerin sebep ve sonuçları konusunda çok yönlü yorumlar yapılabilir. Ancak temel zafiyet,başka bir ifade ile bilginin imana, imanın amele, dönüşmesindeki eksikliğin yanında, amelin ihsan seviyesine yükselememesi tespitini yapmak gerçekçi gibi görünmektedir.

Kur’an kendi dünyasını inşa ederken yeni anlamlarla birlikte yeni kavramlar teklif etmiş, Muhammed (as) bu kavramları hayatın gerçeklikleri ile birlikte İslam toplumuna ince detaylarına kadarnakşetmiştir. Bu konuda verilebilecek Nebevî misal, hukuku uygulamadaki meşhur örnek, “Hırsız, kızım Fatıma da olsa elini keserim!” kararlılığıdır. Müminin aktif dünyadaki varlıklara bakışını, kavrayışını, onlarla kendi arasındaki bağlantısınıaslȋ bir anlam çerçevesinde kuran kavram “İman”dır. İman, hem bu dünyada hem de gelecek dünyadaki tüm varlıklara anlam yükleyen, biyolojik davranışları, bireysel ve toplumsal adetleri kutsallaştıran tek kavramdır. İman, insanı insan, belki de de sultan yapar. Ancak bu kavram sübjektif,  yani dış dünyada doğrudan gözlenebilen bir kavram değildir. İçten dışa doğru bil kuvveden bilfiile yönelmeyle “İslam” kavramı ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı bir hadiste “İslam aleni, dışa vurumdur, iman ise kalpte, yani sübjektiftir” denilmiştir. (A. b. Hanbel, Müsned, 3/135)

Bu iki kavramı kapsayıp,  ileri ve estetik bir boyuta taşıyacak ve diğer milletlerden İslam toplumunu farklılaştıracak olan diğer bir kavram da “ihsan”dır.Dolaysıyla dünyadan ahirete tüm beklentilerimizi “hasene” tabiriyle formüle edildiğinden (Bakara, 2/201)ihsanın içine iman, iman kavramının içine de İslam dâhil olmakta mü’minin her iki dünyası da iyilik ve güzelliğe ulaşma hedefiyle değer kazanmaktadır. Ancak üzerinde durulması gereken mesele sübjektiviteden ziyade objektivitedir. Her ne kadar davranışların motive gücü iç dünyamızda olsa da, toplumsal ve fiziksel çevre ile olan ilişkilerimiz de dış dünyada oluşmaktadır. İnancın ve İslam’ın talep ettiği yaşanabilir dünyayı kurma imkânı dış dünyada bulunmaktadır. Diğer taraftan da başkalarına model olma, onları etkileme ve onları gerçek mutluluğa yönlendirme de objektif davranışlarla mümkün olmaktadır. Bundan dolayı dış davranışların inançla uyumu, hatta uyumun testi önem kazanmaktadır.

Bütün kavramları bir tebliğ boyutunda ele almak imkânsız olduğundan temel üç kavramla konumuzu aydınlatmaya gayret edeceğiz. Bunlar birbirini tamamlayan, iç içe girmiş, İman, İslam ve ihsan kavramlarıdır. Müslüman’ın tüm hayatını kuşatıp ve motive ederek düzenleyen ve dengeleyen kavramları sözlük anlamlarından, terim manalarına ve pratik hayattaki sonuçlarına kadar, olduğu ve olması gerektiği çerçevede izah etmeyi deneyeceğiz. Bir Müslüman’ın iç dünyasında bil kuvve olarak oluşan iman nuru dış dünyaya doğru yöneldiğinde kendi tabiatına uygun bir tarzda davranışa dönüşmesi gerekir ve ibadet adını alır. İslam adıyla dışa vuran iman, ihsan tesmiyesiyle kalite ve sanat boyutuna ulaşır. Üstad Bediüzzaman’ın külliyatında ilgili terimlere verdiği anlam ve yorumları da göz önüne alarak, sevgi, merhamet ve şefkat medeniyeti olarak inzal olan Kur’an’ın olumlu davranışları müntesiplerine hangi yol ve yöntemlerle yerleştirdiğini sunma gayretinde olacağız.

Kavramlar:

İman

Güven içinde bulunmak, korkusuz olmak anlamındaki emân kökünden gelmektedir.  Güven duygusu içinde gerçeği tasdik etmektir. Terim anlamı, Allah’tan alıp din adına Tebliğ ettiği kesinlik kazanmış hususlarda Hz. Peygamberi (as)tasdik edip onlara inanmaktır. Bu işi yapanlara mü’min denir. Kur’an, kurtuluşu sağlayacak dindarlığın başında imanın geldiğini vurgulamakla birlikte, amel iman arasındaki bağlantıyı kuvvetli bir şekilde kurduğundan cennete iman ve sâlih amelin dışında başka bir yol ile ulaşma umudu bulunmamaktadır.Ehl-i Sünnet bilginleri ameli imandan bir cüz olarak kabul etmemekle birlikte, onu imanın kemalini, etkisini ortaya koyan bir unsur olarak görmüşlerdir. (B. Topaloğlu-İ. Çelebi, Kelam Terimleri Sözlülüğü, İstanbul, 20010, 154-155) Bu tanımlamadan anlaşıyor ki, iman sübjektif bir olgu olmanın ötesinde dışarıdan müdahale, baskı söz konusu olmayan özgür bir alanda oluşmaktadır. Bu ise davranışları anlamlı kıldığındanmedenilere galebenin ikna ile olması, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile olmaması imanın karakterine bağlıdır. Çünkü iman hangi tür olursa olsun inanan için bir seviye ve standart belirlemekte ve insanı düzenli davranmaya yönlendirmektedir. Toplumsal birliktelik kurup, ortak davranışlar sergileyerek müşterek bir medeniyetin inşası, bireyler arası ilişkilere değer katmakiçin klasik ulema imanın dil ile ikrarını şart koşmuşlardır. (Cürcânî, Ta’rifât, 99) Akılcı itikâdî bir mezhebe sahip olan Zemahşerî ise imanı, hakka inanmak, hakkı güzel bir şekilde ifade etmek, hakkı ameliyle tasdik etmek olarak anlamıştır. (Keşşâf, 1/39) Akılcı bir anlayışın yüksek duyarlılığı böyle bir hassasiyete dönüşmüş olabilir.  Temel değerlerin yıprandığı, aklın öne çıkarıldığı bir devirde imanı aklȋ yorumlara yakınlaştıran Said Nursi olmuştur.

İslam

Kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak, teslim etmek, barış yapmak anlamlarına gelen silm kökünden türemiş bir isimdir.  Terim anlamı olarak Hz. Muhammed’e (as) verilen son dinin adı İslam’dır. Kur’an’da pek çok ayette ilgili kökten kelimeler bulunmakta, özel isim anlamında kullanıldığı gibi, özel manası Allah’a teslim olmak anlamına da gelmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in haber verdiklerini kabul edip bağlanmaktır. (Cürcani,81) İslam, sözlük olarak taat ve inkıyat olmakla birlikte, din bakımından zahiri amellere boyun eğmek, yani onları yerine getirmektir. (Tehânevî, Keşşâf, Tah. Ali Dahruc ve arkdş., Beyrut, 1996, 1/178)

Kur'an-ı Kerim, dünya ve ahiret mutluluğunuinanç ve iyi davranışın (iman ve amel-i salih) beraberliğine bağladığını daha önce açıklamıştık. Bundan dolayı imandan sonramü’minin tüm eylem ve davranışlarını içerebilecek kadar şümullü olansâlih amel, Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde vurgulanmıştır.Câhiliyeninzıddı konumundaki İslam kavramının yapısındaise hem teslimiyet ve bağlılık hemde barış ve uzlaşma, karşılıklı güveniçinde yaşama anlamları bulunmaktadır.Kur'an'da baştan sona kadar doğrudanveya dolaylı olarak bu iki ahlak zihniyeti, câhiliyye ve İslamanlatılmakta, aralarındaki derin farklarvurgulanmaktadır.

İhsan

Hüsn kökünden if’al babına aktarılıp isimleşmiştir. Temel iki anlamı bulunmaktadır, biri başkasına iyilik yapmak, diğeri de yapacağı işi güzel yapmak anlamına gelmektedir. Kur’an’da ihsan kavramı, isim ve fiil kalıplarıyla hem Allah’a hem de insana her iki manada nispet edilmiş olduğu görülmektedir. Sözlük olarak,  bir şeyin iyi yapılmasıdır. Meseleyi biraz açarsak, bir işin dünyevî ve uhrevî ayrımı yapılmadan işin kendi kuralları içinde en güzel nasıl yapılması gerekiyorsa öyle yapmaya özen göstermektir. Dinde ise, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir. (Buhari, 1/153,Kitâbü’l-İman, 37, Hadis:50; Müslim, 1/115, Kitabü’l-İman, 1 Hadis:87,93,99) ( Cürcani,69) Tam bir teslimiyet ve ihlası anlatan bu tanım da biraz önce belirlediğimiz kuralı desteklemektedir.

İnancın Eyleme Dönüşmesi

Kur’an’ın imanı elde etmek ve işlevli kılmak için insanları, Allah âlem ilişkisi, insan ve Kur’an üzerinde geniş ve kapsamlı yöntemle tefekküre davet ettiği bilinmektedir. Onun bu çağrısını çağdaşlaştıran İslam bilginleri içinde Said Nursi’nin yeri çok farklıdır. O, Kur’an ayetlerinden yaptığı istihraçlarla imanı bir kimlik bağlantısı olarak ele almış, inancın bir intisap olduğunu belirtmiştir. Bu intisapla insanın varlık âleminde yalnızlıktan ve yabancılıktan kurtulduğunu, mahlûkatla uzlaşıp bütünleştiğini ifade etmiştir. Diğer taraftan iman sayesinde insanın bakış açısı kazandığını, elde ettiği manevȋ bir enerji ile kendini ve çevresini daha kolay anlayıp açıklayabildiğini, bunu da Kur’an’ın nuruyla kazandığını beyan etmiştir.  Nur ile elde edilen bilginin kuvvete dönüşmesiyle kâinata meydan okuma cesaretinin elde edildiğini; iman sayesinde insanın sultanlığı, yani üstünlüğü ve mutluluğu kazanacağını, bunları elde etmek için asıl görevin iman ve dua olduğunu, yaratılışındaki ihtiyaç ve zafiyetten dolayı insanın karakterinde dua talebinin bulunduğunu, gerekçeleriyle birlikte açıklamıştır.(Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, Birinci- Beşinci Noktalar)Duanın formel şekline ibadet denmesinin anlamı da bundan kaynaklanmaktadır.

İslam’da imandan sonra en önemli görevin ibadet olduğu bilinmektedir. İbadet emriyle insanın yaratılışı, çevresinin yaşanabilir kılınması, kendisine rızk teminiyle bağlantı kurulmasından (Bakara, 2/21-22) anlıyoruz ki, ibadet Yüce Kudret’in bize yaptığı ikram ve rahmetin gereği olarak anlaşılabilir. İmanla ibadet arasındaki sıkı bağlantı bize gösteriyor ki, (Bakara,2/264;Nisa, 4/38) imansız ibadet Allah katında kabul edilebilir bir eylem değildir. İslam öncesi Arapların Kur’an’daki tenkidi ateistlikten değil, Allah ile ibadetleri arasına aracı putlar koymalarındandır. Bundan dolayı pek çok ayette iman kavramının hemen arkasında “sâlih amel” tabiri getirilmiştir. İman, küfür, (Fatır, 35/7) kâr, zarar (Asr, 103/1-2) kıyaslamalarında sâlih amel etkili olarak vurgulanmaktadır. İman ettikten sonra iç ve dış dünyasını imanına göre düzenleyen kimsenin korku ve üzüntü yaşamamasının(Enam, 6/48) sebebi bu tutarlığından kaynaklanmaktadır. Bazı mezhepler ameli imandan bir parça görmüşlerse de Ehl-i Sünnetin çoğunluğu İslam toplumunda bütünlüğü sağlamak maksadıyla ibadeti bireysel bir sorumluluk olarak görmeyi tercih etmişlerdir.

İbadetlerde gözetilen asıl maksat, imanla birlikte, niyet, ihlâs, huşu ve takva gibi kavramlarla ifade edilen öz, yani içeriktir. Bundan dolayı ihlâs dünyevî işlerde olduğu kadar ahiretle ilgili işlerde de temel bir esas olduğu bilinmelidir. Diğer dinlerde olduğu gibi, İslam’da da saygı ve bağlılığı sembolize eden ibadetler Kur’an tarafından belirlenen, Sünnet ile belirtilen şeklî ibadetlerin yanında daha genel ve bireyin arzu ve isteğine bırakılan dua zikir, tövbe, tesbih ve istiğfar gibi ibadet türleri de vardır. Ancak bunlar Allah’a imanı saygı, sevgi ve bağlılığı ifade eden miktarı, zamanı ve şekli kişinin sorumluluğuna bırakılmış davranış ve sözler, iyi niyet ve hayır amacıyla yapılan tüm davranışlar, bedenȋ ve malȋ fedakârlıklar ibadet kapsamında değerlendirilmektedir.Bu tür davranışlar için özel ibadetlerde olduğu gibi biçimsel ve bağlayıcı hükümler bulunmasa bile Kur'an ve hadislerde ortaya konan toplum, hayat, ahlak vb. konulara dair açıklamalarda bu mahiyetteki ibadetler vasıtasıyla Müslüman’a yüksek bir ahlakȋ ve ruhȋ kişilik kazandırılması amaçlanmıştır. Böyle özelliklerle donanmış bir insanın zulüm ve hukuksuzluktan, aşırılıklardan uzak durması inancının, ihlâsı esas alan davranışlarının ona verdiği temel bilinç düzeyidir.

Tabiata baktığımızda yüce bir sanat eseri olduğu her halinden bellidir. Üstad Bediüzzaman da bu sanat üzerinden ustasına gidip tevhidin delillerini üreterek onları görünür ve anlaşılır kılmaktadır. Secde suresinde bir ayette(32/7), yarattığı her şeyi en güzel yaratmıştır, buyrulmaktadır. Bu ayetten anladığımıza göre varlığın temelindeki yapıda kalıcı bir güzellik bulunmaktadır, o güzellik varlığa değer katmaktadır. Bu kalıcı güzelliğin insanların suretlerine de yerleştirildiği başka bir ayette ifade edilmektedir. (Teğabün, 64/3)Öyle ise, sâlih amelin bir anlamı da varlıktaki güzellik karakterini bozmadan onu faydalı kılmak, onunla iletişimi sağlamaktır.

Geçen sene, on beş Temmuz 2016’da yaşadığımız nifak ve hıyanet harekâtından sonra sȃlih amel kavramına bu gün daha farklı bir anlamla yaklaşma ihtiyacını duymaktayız. Çünkü bu ihanetin aracı, imandan hareketle tüm dinȋ kavram ve anlamları kullanarak bir devletin kurumlarını teslim alıp şahsȋ kin ve hırslarına alet ederek bir milletin kaderine hükmetme cinayeti işlenmiştir. Böyle bir bȃğȋlik suçunun unutulması, unutturulması, ya da yok sayılması imkânı yoktur. O takdirde bundan böyle din adına, iman adına ortaya konulan tüm eylemlerin kamunun testine sunulması gerekmektedir.  Bunun yolu da “sȃlih amel” kavramını yeniden anlamakla mümkündür.

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, amel kavramı alenȋ, yani objektif bir iş olduğunda toplumsal bir değer arz eder; aksi takdirde bireysel bir eylemdir. Kur’an’daki imandan sonra kullanılan “amel” çoğul bir form özelliği taşıdığına göre, toplumun onayından geçen ameller “salȃh” özelliği taşıması gerekir, anlamı çıkar. Yani iman edenlerin ortak aklının süzgecinden geçen bir eylemin sȃlih olması mümkündür, denebilir. Asr Suresindeki iman ve sȃlih amelden sonra getirilen hakkın, sabrın tevȃsu, müşareket, yani karşılıklı tavsiyeleşmesi, yeni ifade ile işteşlik ifade etmesi, mü’minlerin birbirlerini kontrol edecekleri anlamına gelmektedir. İman ve amel kavramlarının arkasından gelen bu müşareket, ümmet, millet ve toplum olmanın gereği olarak anlaşılabilir. Bundan dolayı İslam toplumu için ortaya konulan her eylem anlaşılabilir açıklıkta sorgulandıktan sonra dünyevȋ bakımdan “sȃlih amel” ıstılahına uygun olduğu takdirde tavsiye edilmelidir. Mü’minlerin, sübjektif, ölçülebilmekten uzak, kontrol edilemez gerekçeler ileri sürülerek yönlendirilmelerinin mutlak anlamda önüne geçilmelidir. Kamu adına yapılan tüm talepler, kamunun alanında, herkesin gözü önünde yapılmalıdır. Çünkü İslam alenȋdir. O takdirde yanlışların önlenme imkanı olur.

Kur’an ayetlerinde ihsan kavramı Allah’a nispet edildiği gibi kullarına da atfedilmektedir. O takdirde iki anlam ile karşı karşıya gelmekteyiz: Bunlardan biri en yakın çevresinden başlayarak, en uzaktakilere kadar olan insanî ilişkilerde sevgi ve özveriye dayalı güzel bir ilişki içinde olmayı ifade etmektedir. Toplumsal ilişkilerin iyileştirilmesi, yaşanabilir bir toplumun inşa edilmesinde bu anlam, etkin bir değer kaynağı olarak görülebilir. Dünyevîleşen, her kademedeki ilişkileri bencilik ve yarar üzerine kurmaya özen gösteren bir toplum ve birey görüntüsü veren günümüz Müslüman’ının buradan alacağı, üreteceği evrensel boyutta erdemler olduğunu belirtmekte yarar bulunmaktadır. Günümüzün çıkarcı ve yararcı insanlarının bollukta da darlıkta da infak edip, öfkesini tutan ve insanları af eden Allah’ın sevdiği muhsin kullarından (Al-i İmran, 3/134) alacağı dersler bulunmalıdır.

Kavramın diğer anlamı ise kulun, Allah’a karşı hissettiği derin saygı, bağlılık ve itaat ruhunun gereği olarak yaptığı işleri imanından, sâlih amel anlayışından aldığı bilgi ve bilinç haliyle hayatın tüm alanlarını kaplayan işlerinin tamamını mümkün olan en yüksek kalite derecesinde yapmasının adı ihsan olmaktadır. Bu bağlamda Hz. Yusuf’un (as), yaşadığı acı badirelerden sonra gösterdiği yüksek olgunlukla kardeşleriyle yüzleşmesini anlatan ayet, (Yusuf, 12/90) işini sağlam yapanların emeklerinin kaybolmayacağını anlatması yönüyle ibretlik bir olaydır. Bu anlamda başka bir ayette Allah’ın muttakîler ve muhsinlerle birlikte olması, (Nahl, 16/128) takvanın ve ihsanın sadece uhrevȋ konularda değil, dünyevȋ amellerde de geçerli olduğunu düşündüğümüzde İslam toplumunu harekete geçirecek, onu dünya toplumlarının önüne çıkaracak hayatȋ prensipler ihsan ve takva vurgusunda barınmakta olduğunu söylemek mümkündür. (Zariyat, 51/15-16) İhsan konusunda bazı peygamberlerin örnek olarak gösterilmesi, (Enam, 6/83-84; Saffat, 37/80,131) hayatın her alanında model insanlar olan peygamberlerin bu konuda da rehber olduklarını ihtar etmektedir.

Müslümanların asıl sorunu, inançları ve ibadetleri arasındaki bağlantılarını dünyevî işlerine aktarmada başarısız olmalarıdır. Buna gerek var mı diye düşünenler olabilir. Ancak pek çok ayette dünya ve ahiret birlikte zikredilmektedir. Dünya hayatının kesben terki istenmemiş, belki kalben Allah’ı unutturan yönü tavsiye edilmemiştir. Çünkü dünyanın bereketi ahiretin yanında azdır. (Nisa,4/77)Erken devirlerde İslam dinamik bir hayatın inşasında etkili olmuşken, son devirlerde adeta gerilemenin, teknoloji ve modernlik dışında kalmanın sebebi gibi gösterilmiş; İslam toplumu metbu iken tabi duruma geldiği zannedilmiştir.

Hâlbuki Kur’an tarih sürecinde yeni bir medeniyetin tüm alt yapı elemanlarını teorik ve pratik olarak detaylarıyla tecrübe ederek ortaya koymuştur. Tefekkür, hukuk ve ahlak bakımından, hatta teknik gelişme ve geliştirme yönünden temel kaynaklarımız çok ileri gelişmenin kaynağını besleme gücüne sahip olduğu herkesin malumudur. Ancak İslam dünyası kısır bir döngünün girdabından bir türlü kurtulamamıştır.

Meseleyi örnekleriyle anlatmak istersek, namazı vaktinde kılmaya özen gösteren birinin dünyevȋ işlerinde vakte riayet etmemesi; tüm ibadetlerinde temizliği esas alan, hatta “temizlik imandandır” prensibiyle temizliği dinin esası olarak öngörmüş; psikolojiden sosyolojiye aşanılan tüm hal ve tavırlarda içten dışa ibadet içi ve ibadet dışı mekânların temizliğini emreden bir dinin müntesiplerinin temizlikte geri kalması anlaşılır bir davranış değildir. Kısacası İslam’ın aslı sulh, yani barış, imanın aslı emȃn ve güven olduğunu sürekli iddia etmek derdimize çare olamamıştır. Meseleyi başka bir ifade ile söylersek, sözler fiillere dönüşmemiş, literatürümüzdeki yüksek değerlerin hayatımızla bağlantısı son zamanlarda bir türlü kurulamamıştır. Kur’an raflara terk edilmiş, fazilet ve değerler sözlere indirgenmiştir. O zaman bir yerde çok ciddi bir eksiğimizin olduğunu ifade etmek, mevcut çıkmazımız ve açmazımızla yüzleşmek İslam toplumu olarak tek çıkışımız olduğunu varsayabiliriz.

Kur’an Allah’tan insanlığa ikram edilen bir nur ve apaçık bir kitaptır. Bu kitapla müminler Allah’ın beğendiği hayat düzenine ve barışın, mutluluğun sağlanacağı yollara ulaşırlar. O kitapla Allah inanları karanlıktan nura, aşırılıklardan, ataletten aydınlık, aktif ve müstakim bir yola ulaştırır. (Maide, 5/15-16) Diğer bir ayette, Allah müminlerin sahibi olduğundan onları karanlıktan nura götürür. (Bakara, 2/257) İbrahim suresinin ilk ayetinde Kur’an’ın indiriliş gerekçesinin insanlığı karanlıktan nura, aydınlığa, mutluluğa, Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde yüksek ve mutlu edici bir hayat seviyesine ulaştırmak olduğu açıkça belirtilmiştir. (İbrahim, 14/1) Bütün bu açık beyanlara rağmen, Kur’an aynasını İslam toplumuna tuttuğumuzda kabul edilemez bir yansıma ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.

Bundan dolayı Kur’an sadece ahireti tanzim eden kurallar değil, belki öncelikle dünyayı tanzim eden, inananları hayatta mutlu ve müreffeh kılan, İslam toplumunu diğerlerinden farklılaştıran, özendirici, yaşayan ve yaşatıcı değerler inşa eden, var olduğu ortamda yüksek bir medeniyet kuran metin olduğuna tarih şahittir. Ancak bunun farkına varıp gerekli zihin ve tefekkür dönüşümünün yapılamaması en büyük müşkilimizdir.

Umut ediyorum ki, bu problemi izale edecek anahtar kavramlardan birisi ve belki de başlıcası muhsin kavramıdır. Kök anlamlarından biri olan yaptığı işi kurallarına uygun olarak sağlam, kaliteli olan manası, hayatımızı toptan ve kökten yeniden düzenleyebilecek bir güce sahiptir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, ihsan ve muhsin kavramları Kur’an örgüsünde çok sık kullanılan kavramlardır. Dualarımızda çok tekrar ettiğimiz “Ey Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de hasene ver!” (Bakara, 2/202) ayetinin ifadesi de ihsan kavaramıyla aynı manayı ifade etmektedirler. Taberȋ ilgili ayetin tefsirinde bazı müfessirlerin yaptığı gibi manayı tahsis etmeden yoruma gitmiş ve şöyle demiştir: Kelimenin anlamını, sağlık, geçim, rızk, ilim ve ibadet gibi herkesin arzuladığı belirli bir beklenti içine girmeden her şeyin en güzelini talep etmek, ahirette ise Cenneti istemek en doğru anlamdır. İlmin en güzelini, hayatın, rızkın ve sağlığın en güzelini Rabbimizden talep etmenin anlamı, günümüz şartlarında anlaşıldığında ve modern verilerle karşılandığında Müslümanların dünya çapındaki seviyesini ne kadar değişime uğrayacağı ortadadır.

Zemahşerȋ’nin de Nisa 125. Ayette geçen “muhsin kavramına tüm iyilikleri işleyen ve tüm seyyiatı terk eden anlamını vermesi iki ünlü yorumcumuzu kavramın açıklanmasında birleştirmektedir. Bazı bilginlerin ihsan kavramına Allah hakkında iyi zanda bulunma yorumunu ilave etseler deyine ihsan kavramının mü’mine sürekli bir umut kaynağı sağladığını göstermektedir.

Üstad Bediuzzaman ihsan kavramının daha çok ikram anlamında kullandığını görmekteyiz. Hatta ahiretin ispatını yapan onuncu sözün önemli delillerinden biri cȗd ve cemaldir. Sonsuz ikram ve ihsan sahibi olan bir zat hem ikramının hem de ikrama, ihsana muhatap olanların devamını istemesi hikmetinin gereği olup ahretin varlığına işarettir. Ancak o Zat dünyayı da bir sanat standı, sahnesi gibi yaratmıştır. Bu muhteşem sanat sahnesi yaratıcının yüksek kemȃlȃtının en önemli bir işaretidir.“Demek, hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise, müştak seyirci, mütehayyir istihsȃn edicilerin vücudunu ister. Hüsün ve cemal ebedî, sermedî olduğundan, müştakların devam-ı vücutlarını ister. Çünkü daimî bir cemal ise, zâil bir müştaka razı olamaz” ifadeleriyle sonsuz cemalin ahirete delaletini göstermektedir. (Onuncu Söz, Dördüncü Hakikat) Yine ahiretin varlığının önemli delillerinden biri de varlıklardaki kusursuz sanat delilidir.“…bütün akılları hayrette bırakan şu intizam-ı âlem ve geniş rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san'at, misilsiz cemâl-i Rububiyet, o duaya icabet etmemekle böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul etsin?” (Onuncu Söz Beşinci Hakikat) Görüldüğü gibi çok yüksek estetik bir görünüş sergileyen yaratılışın doğası yüce bir Yaratıcının varlığının delilidir. Risale-i Nur mesleğinin farkı varlığının tamamını Kur’an ayetlerinde olduğu gibi ezelȋ ve ebedȋ bir hakikatin yorumları olarak gösterilmesidir.

“…..ve kemâl-i hüsn-ü san'at ve mükemmeliyet-i hilkat, öyle bir hâtemdir ki, gayr-ı mütenâhi bir ilim ve nihayetsiz bir kudret sahibi ona sahip olabilir.” (Yirmi İkinci Söz) Eşyanın yaratılmasında “….öyleyse, sun' ve inâyeti çalıştıran, irade-i tahsin ve kasd-ı tezyindir.” (Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, Birinci Mebhas) sabit sanat iradesi, süsleme amacı görülmektedir. Bu da yine Allahın varlığına büyük bir delildir.

Yaptığımız alıntılardan anlaşıldığı gibi Üstat Said Nursi ihsan kavramını ikram manasında kullanmış olmakla birlikte, varlıktaki sanatın, başka bir ifade ile doğal hayattaki estetiğin de ilahȋ varlığın temel işaretlerinden olduğunu yoğun bir şekilde vurgulamış, sanattan tevhide ulaşmış, Allah’ın cemal sıfatı ile yaratıklar arasında tevhidin bağlarını kurmada büyük başarı sağlamıştır.

Sonuç

İmandan İslam’a, İslam’dan ihsana ulaşmanın yollarından biri mü’minde iman, teslimiyet algı ve bilincini geliştirmenin yanında bireydeki sanat ve estetik duygusunu da geliştirilmesi gerektiğinin bilinmesidir. Allah’ın yaratmasındaki estetikten hareketle sanatın ilahȋ bir ikram olduğunu onun sayesinde mü’minin varlığa bakışının değişeceği, ayrıca ihsanla ve salih amelle başka bir ifade ile yaptığı her işi kuralına göre, doğal süreci içinde sağlam ve estetik bir anlayışla yapmakla ibadette istenen kalitenin dünyevȋ işlerde de egemen kılınmasıyla Müslümanların diğer toplumlarının önüne geçerek Kur’an’ın insan kalitesini ortaya koyacağını ifade etmek zor olmayacaktır. Müsbet hareketin istenen kalitesi de bu olsa gerektir.