RİSALE-İ NURUN KAMU DÜZENİ VE ASAYİŞE KATKISI OLARAK MÜSBET HAREKET ANLAYIŞI
RİSALE-İ NURUN KAMU DÜZENİ VE ASAYİŞE KATKISI OLARAK
MÜSBET HAREKET ANLAYIŞI
Yrd.Doç.Dr. Ali KUYAKSİL
Polis Akademisi Gaziantep POMEM
ÖZET
İnsan ruh ve bedenden ibaret, sözle anlaşan, akıl ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş bir canlı olarak yaratılmıştır. İnsaniyete layık bir maişet ve şerefle yaşamak ister. Yiyecek, içecek ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için çok sanatlara ihtiyacı vardır. Bu sanatların hepsini tek başına bilemediği için diğer insanlarla ortak yaşamaya mecburdur. Bu sayede her bir insan çalışarak ürettiği ürünleri, diğerlerininki ile mübadele ederek ihtiyaçlarını gidermiş olur. Bu alış verişlerde zulüm ve tecavüzleri önlemek için adalete ihtiyaç varır. Adaletinde her birey tarafından doğru anlaşılıp uygulanabilmesi ise kanun ile olur. Kanunların uygulanması ise ancak devlet tarafından sağlanan kamu düzeni ve asayiş ortamı sayesinde olur.
Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatı uzun süren ve tekrarlanan hukuki mücadeleler sonucu kamu düzenine zarar vermediği, aksine olumlu katkı sağladığı anlaşılmıştır. Ama son zamanlarda “Paralel Devlet Yapılanması” ile mücadele kapsamında ortaya çıkan durum, bazı zihin karışıklıklarına yol açmaktadır. Bu duruma söz konusu yakalanan veya basında adı geçen şahısların da Risale-i Nur okumuş olmaları veya öyle anılmaları sebep olmaktadır. Yani Risale-i Nur Külliyatını okuyan değişik kimseler de paralel yapıya mensupmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu araştırmada kişi ve ya gruplardan bağımsız olarak, Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı ve Risale-i Nur Külliyatı üzerinden konuya açıklık getirilmeye çalışılmıştır.
Tebliğde girişten sonra bazı temel kavramlar incelenmiştir. Türkiye’de kamu düzeni ve asayişin korunması konusuna değinilmiştir. Kısaca Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatı hakkında bilgi verilmiştir. Sonra Bediüzzaman Said Nursi’nin Hayatında Müsbet Hareket örnekleri verilerek, Risale-i Nur Külliyatı’nda Müsbet Hareket incelenmiştir. Tebliğ genel değerlendirme ve sonuç ile sonlandırılmıştır. Bu araştırma bir alan araştırması olmayıp, yazılı kaynaklar üzerinden yapılan nitel bir araştırmadır. Konu betimsel yöntemle incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Risale-i Nur, Said Nursi, Kamu Düzeni, Asayiş, Müsbet Hareket.
RİSALE-İ NUR’S COTRIBUTION TO PUBLIC ORDER AND PUBLIC SAFETY AS UNDERSTANDING OF POSİTİVE ACTİON
ABSTRACT
Flesh and soul are the two aspects of human being. People communicate with each other verbally. People as the most advanced living being are created with mental and thinking skills. They want to live in a dignified way with a transition worthy of human dignity. Great number of professions are essential to cover necessities such as food, beverage and other needs. He is not skilled enough to carry out all these professions by himself. Therefore, he is obliged to live in common with other people. Each person working for its products, would have to satisfy his needs exchanging with others. This justice is needed. The correct understanding and implementation of justice is achieved by law. Implementation of laws is viable thanks to public order and public safety provided by the government.
Said Nursi wrote religious books called the Corpus of Risale-i Nur in Turkey. He was tried in court on charges of disturbing public order because of his religious services and books. After trials in many courts it was understood that he had no harm to public order yet contributed positively. Turkey has been fighting off "Parallel State Structure" recently. The members of this structure are also referred to as Risale-i Nur readers. This situation causes confusion. In other words, some impartial people who read the Corpus of Risale-i Nur are also shown like members of parallel state structure. This research tries to clarify the issue through the Corpus of Risale-i Nur and Said Nursi's life regardless of the person or the group.
After the introduction some basic concepts were examined in the paper. We discussed the protection of public order and public safety in Turkey. In short, Said Nursi and the Corpus of Risale-i Nur have been presented. Then we analyzed Positive Action in the Risale-i Nur Collection by giving examples of Positive Action in Nursi's life. Paper is rounded up by the general evaluation and conclusion. This research is not a field study yet it is a qualitative research conducted through written sources. Subject was investigated by descriptive method.
Key Words: Risale-i Nur, Said Nursi, Public Order, Public Safety, Positive Action
1. GİRİŞ
İnsan kâinat içerisinde diğer canlılardan farklı olarak en güzel surette yaratılmıştır. Sosyal yönü ağır basmaktadır. Birlikte yaşayarak, başta güvenlik olmak üzere birçok ihtiyacını bu şekilde karşılamaktadır. Sosyal hayatını devlet dediğimiz kurumun sağladığı kamu düzeni içerisinde devam ettirmektedir. Devletlerin kamu düzeni devamlı olarak iç ve dış tehditler altında bulunmaktadır. Devletler iç ve dış güvenlik güçleri aracılığıyla devamlı olarak bu tehditlerle mücadele ederek varlıklarını devam ettirebilmektedirler.
Türkiye’nin son zamanlarda başta ekonomi olmak üzere birçok alanda olumlu gelişmeler göstermiştir. Bu durum Türkiye’yi üzerinde “oyun oynanan” ülke olmaktan çıkarıp “oyun kurucu” bir ülke olma konumuna doğru götürmektedir. Bu durumdan rahatsız olan ülkelerin iç ve dış uzantıları olan terör örgütleri birleşerek ortak hareket etme kararı almışlardır. Devletimiz de bunlara karşı artık sadece güvenlik boyutlu değil, bataklığı kurutacak nitelikte çok boyutlu mücadele etmektedir.
Bu çok boyutlu mücadelenin bir kısmı da Paralel Devlet Yapılanması / Fetullahçı Terör Örgütü (PDY/FETÖ) ile olmaktadır. Kamuoyunda bu örgüt mensupları daha önce Risale-i Nur okuyor olarak bilinmektedirler. Bu mücadele sırasında bilerek veya bilmeyerek Risale-i Nur Külliyatını okuyan değişik kimseler de paralel yapıya mensupmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa günümüzde Paralel Yapının Risale-i Nurları kendilerine taraftar toplamak üzere bir araç olarak kullandıkları ortaya çıkmıştır. Araç olarak kullanılan bu kitaplar daha sonra da sadeleştirme adı altında tahrip edilme yönüne gidilmiştir. Bu durumdan Said Nursi’nin hayatta kalan talebeleri rahatsızlığını dile getirmişlerdir. Bunun üzerine 26.11.2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile devlet bu eserleri koruma altına almıştır. Bakanlar Kurulu’nun 2014/7007 sayılı kararı ile de eserlerin yayımlanma hakkı ve eserleri neşredecek yayınevlerine eserlerin aslına uygun metnini verme görev ve yetkisi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı Temmuz 2017 tarihi itibariyle; İşârâtü’l-İ’câz, Sözler, Mektubât, Mesnevi-i Nuriye gibi dört büyük eserin birden fazla baskısını gerçekleştirmiştir. Basılan beş küçük kitap ise şunlardır: İhlâs Risalesi, Uhuvvet Risalesi, Küçük Sözler, Hastalar Risalesi ve Ramazan, İktisat, Şükür Risaleleri. Ayrıca devletin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından doğu ve güneydoğudaki bazı okullara Bediüzzaman Said Nursi isimleri de verilmiştir. Van’da ise Bediüzzaman’ın yüz yıl önce kurmak istediği Medresetüz-Zehra yerine “Van Zehra Üniversitesi” açma tasarı çalışmaları yapılmaktadır. Kısacası Said Nursi’nin talebesi Mehmet Fırıncı’nın dediği gibi; "Başta Cumhurbaşkanımız ve hükûmet üyeleri olmak üzere, ülkemizin yöneticileri, FETÖ ile Risale-i Nur’un hiçbir ilgisi bulunmadığını yakînen bilmektedirler". Ancak daha alt düzeylerde bilgisiz yapılan bazı işlemlerden sıkıntılar yaşanmaktadır.[1]
Tüm terör örgütlerinin amacı gibi PDY/FETÖ’nün de amacı eylemler sonrasında devletten ve hükümetten küskün, memnuniyetsiz kitleler oluşturarak, devlete karşı halkı yanına çekmeyi amaçlamaktadırlar. Elde başka bir delil olmadan insanları sırf Risale-i Nur okuyor diye paralelci, cemaatçi gibi etiketleyerek veya sahte ihbarlarla PDY/FETÖ mensubu gibi göstermek, kripto FETÖ’cüler yada laikliği dinsizlik şeklinde anlayanlar tarafından bilerek veya konunun cahili olanlar tarafından da bilmeyerek terör örgütünün amacına hizmet etmektir. Ayrıca böyle bir durum hukuk devletinde “suçların şahsiliği ilkesi” ile de bağdaşmaz.
Said Nursi, “Baki bir hakikat, fani şahsiyetler üzerine bina edilmez. Edilse Hakikate zulümdür”[2] diyerek, fani hatalı gördüğü kendi şahsiyetinden ziyade nazarları yazdığı eserlere tevcih etmiştir. Ziyaretçilere dair bir mektubunda “Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır”[3] diyerek, dikkatleri yine kitaplar üzerine çekmektedir. Bu nedenle Risale-i Nur hizmeti ile yapılan değerlendirmeler, bizzat kitaplar üzerinden ve Said Nursinin hayatı üzerinden yapılırsa sağlıklı bir sonuca ulaşılabilir. Yoksa etrafındaki taraftar sayısını artırmak için Risale-i Nuru kendi istek ve arzularına göre kısmen okuyup, külliyatın genel ruhuna hâkim olamayan insanların değerlendirmeleri bizleri yanlış sonuçlara götürecektir. Bu nedenle biz de bu araştırmamızda kişi ve ya gruplardan bağımsız olarak, Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı ve Risale-i Nur Külliyatı üzerinden konuya açıklık getirilmeye çalıştık.
2. BAZI TEMEL KAVRAMLAR
Bu alt başlıkta araştırmamızda önemli yeri olan ve sık sık kullandığımız bazı kavramları açıklayacağız. Çalışma başlığında geçen bu kavramlardan bazıları; Kamu Düzeni, Asayiş, Müspet Hareket, Risale-i Nur ve Said Nursi’ dir. Said Nursi ve Risale-i Nur ile ilgili kısa bilgi ayrı bir başlık olarak verilecektir.
2.1. Kamu Düzeni
Devletin en başta gelen görevlerinden birisi de güvenliği sağlamaktır. Güvenliği iç ve dış güvenlik olmak üzere ikiye ayırabiliriz. 1) Dış güvenlik: Devletin bağımsızlığının ve egemenliğinin korunmasına dış güvenlik denir. 2) İç güvenlik: Ülke içinde bireylerin can ve mal emniyetinin sağlanması, huzur içinde yaşamalarını sağlamaya yönelik faaliyete iç güvenlik denir ki bu da idare hukukunda “kamu düzeni” kavramı ile ifade edilir.
Kolluk esas itibariyle, kamu düzenini sağlamaya yönelik bir kamu hizmeti faaliyetidir. Kolluk faaliyetlerinin nihai hedefi, kamu düzenin sağlamak ve kamu yararını gerçekleştirmektir. Kamu düzeni polis dilinde “emniyet”, “asayiş” ve “huzur” hukuk literatüründe teknik bir terim olan “kamu düzeni” deyimi ile ifade edilmektedir.[4]
Kamu Düzeni; Bir devlette güvenliğin ve diğer kamu hizmetlerinin düzgün bir biçimde sürdürülmesini, devletin, emniyet ve asayiş ile fertler arasındaki ilişkilerde huzur ve ahlak kurallarına uygunluğu sağlamaya yarayan kuruluş ve kaidelerin tümünü ifade eder.[5] Buna göre kamu düzeni kavramı “güvenlik”, “esenlik”, “sağlık” ve “genel ahlak” unsurlardan oluşmaktadır.[6]
- Güvenlik (Asayiş): Kamu güvenliği ya da asayiş denilen bu unsur, kişilerin can ve mal emniyetinin sağlanması demektir. Kişilerin mallarının ve canlarının hiçbir tecavüz, saldırı, itme, durdurma ve tahrip gibi davranışlara maruz kalmadan yaşamalarıdır. Aşağıda asayiş kavramı üzerinde ayrıca durulacaktır.
- Esenlik (Kamu Huzuru): Âmme selameti ya da âmme sükûnu da denilen bu unsur, bireylerin toz, duman, ışık, gürültü gibi rahatsız edici etkilerden uzak bir şekilde yaşamalarının sağlanmasıdır. Bu tür davranışların birçoğu Kabahatler Kanunu’nda “kabahat” olarak düzenlenmiş ve idari para cezası yaptırımına bağlanmıştır.
- Genel Sağlık: Tüm bireylerin bulaşıcı ve salgın hastalıklardan korunması, genel yaşantının sağlık koşulları içerisinde devam ettirilmesidir. Bu anlamda yaygın bulaşıcı hastalıkların önlenmesi genel sağlık kavramı içinde yer alır.
- Genel Ahlâk: Genel ahlâkın korunması da kamu düzeni içerisinde yer alır. Bireylerin, toplumun genel ahlâk kurallarına riayet etmesi, bunları ihlal eden davranışların engellenmesi gerekir. Ahlâki davranışlar, toplumdan topluma bazı değişiklikler gösterebileceği gibi, bir toplumda yer ve zamana göre de değişiklik gösterebilir.
2.2. Asayiş
Hukuka uygun gerekli önlemlerin alınması sonucunda; devlete topluma kişilere, mal ve eşyalara yönelik tehlike, kaza ve sabotajların olmadığı bir ortamı, düzensizlik ve karışıklığın önlendiği, hayatın normal akışının sağlandığı, huzur ve güven ortamının varlığı konusunda kamuda oluşturulan yerleşik ve yaygın ortamı ifade eder.[7]
Asayiş, toplumda fiilen huzursuzluğun olmamasını ve huzurlu toplumu ifade etmektedir. Bazı çalışmalarda asayiş, “dirlik ve esenlik-sükûn” olarak adlandırılmaktadır. Asayiş toplum hayatının normal gereklerini aşan rahatsızlığın ve karışıklığın yokluğu, toplum hayatının normal ve katlanılabilir olması demektir. Asayiş, güvenliğin egemen olması, korku ve endişe oluşturacak herhangi bir şeyin bulunmaması halini ifade eder. Bu yönü ile asayiş maddi polis nizamını ifade eder.[8]
Güvenlik kelimesi ile genel olarak iki anlam iç içe geçmiş olarak birlikte anlatılmak istenir. Bu kavramlardan birincisi güvenlik, ikincisi de asayiştir. Kısaca, güvenlik suç işlenmesinin önlenmesi, asayiş ise işlenen suçların sanık ve delilleriyle yargı önüne çıkarılarak cezalandırılmasıdır.[9]
2.3. Müsbet Hareket
Bu kavram iki kelimeden oluşmaktadır. Bu kelimelerin önce sözlük anlamları verilecek daha sonra bu çalışma kapsamında kastedilen özel anlamı üzerinde durulacaktır.
Büyük Türkçe Sözlüğe göre, Müsbet; “1. Delil gösterilmiş, delilli, doğruluğu anlaşılmış, ispat olunmuş. 2. Sağlam, kavî. 3. Menfi olmayan olumlu, pozitif” anlamlarına gelmektedir.[10] Aynı sözlükte hareket kelimesine on iki farklı anlam verilmiştir. Bunlardan sadece ilk dört anlamı aktaracağız. Hareket; 1. Bir cisim veya parçanın sabit bir noktaya göre yer veya durum değiştirmesi, durgunluktan, sakin halden çıkma. 2. Kımıldanma, oynama, deprenme. 3. Yola çıkma yürüme. 4. Tutum, davranış, tavır, tarz, gidiş.
Said Nursi’nin talebesi Abdullah Yeğin tarafından hazırlanan Yeni Lügat’te Müsbet; “İsbât olunan. Delilli. Açık ve sabit olan. Menfinin zıddı. Pozitif, olumlu. Yazılıp kaydedilmiş. Tespit edilmiş olan”[11] şeklinde açıklanmaktadır. Aynı sözlükte Hareket; “Kımıldanma. Davranış. Yola çıkmak, Bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin veya durumunun değişmesi. Sarsıntı”[12] şeklinde açıklanmaktadır. Aynı sözlükte bu iki kelimenin birleşimi olan Müsbet Hareket; “Doğruluğu âşikâr olan ve belli ve isbat edilebilen; doğru düşünenlerin kabul edebileceği kanun ve nizama uygun hareket. Allah’ın (C.C.) emrine uygun, tahripkâr ve tecavüzkâr olmayan, yapıcı ve tamir edici tarzda olan, mizan adalet ve İnsafa uyan hareket”[13] şeklinde açıklanmıştır.
Said Nursi’nin hizmet metodu müsbet harekettir. O bütün ömrü boyunca tatbik ettiği bu prensibi vefatından önceki son dersinde de tekrar etmiştir:
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz…”[14]
Bu ifadelerle müsbet ve menfi hareketin özü ortaya konmuş sayılır. Bediüzzaman’ın başka yerlerdeki açıklamalarını da dikkate alarak aşağıdaki gibi bir Müsbet-Menfi değerlendirmesi yapmamız mümkündür:[15]
- Allah rızası için çalışmak müsbet; riya, gösteriş ve menfaat için çabalamak menfi bir durumdur.
- İman hizmeti müsbet; küfür ve dalâlete, isyan ve sefahate çalışmak menfidir.
- Asayişi muhafaza müsbet; kavga ve ihtilal çıkarmak, huzur ve emniyeti ihlal etmek menfidir.
- Sabır ve şükür müsbet; sabırsızlık ve isyan menfidir.
- Gönül yapmak müsbet; kalp kırmak menfi.
- Şefkat müsbet; öfke menfi.
- Sabır müsbet; isyan menfi.
- Affetmek müsbet; öfke menfi.
- İltifat müsbet; hakaret menfi.
- Hüsn-ü zan müsbet; su-i zan menfi…
İman ve Kur’an hizmetinde bulunurken kişiler ne kadar sıkıntı ve zulüm görürlerse görsünler müsbet hareket gereği ülke içinde kaba kuvvete başvurmamalıdırlar. Said Nursi bir ömür boyu müsbet hareket etmeyi kendine düstur edinmiştir.[16] Bir mekteb-irfan olan Risale-i Nur’un müellifi ve şâkirtleri âsâyişin, nizam ve intizamın fahri ve manevi bekçileridir. Manevî sahada, kalplerde ve dimağlarda anarşinin bozgunculuğun kalkmasına çalışmaktadırlar.[17] Memleketin her tarafında bulunan bu yüz binlerce Risale-i Nur talebesinden hiç birinin, hiçbir yerde âsâyişi muhil hiçbir hareketi, hiçbir vakası yoktur. Her Nur talebesi, hükûmetin nizam ve intizamın tabiî birer muhafızıdır; asayişin manevi bekçisidir.[18]
3. TÜRKİYE’DE KAMU DÜZENİ VE ASAYİŞİN KORUNMASI
Devlet güvenliği bir bütün olarak devletin sınırları içerisinde kalan, kişileri de kapsayacak şekilde hem iç güvenliği hem de devlete karşı dışarıdan gelebilecek tehlikelere yönelik olarak dış güvenliği kapsamaktadır. Devlet güvenliğini bir bütün olarak düşünmek gerekir. İç güvenlikte ortaya çıkabilecek bir güvenlik zafiyeti, dış güvenliğe yönelik çalışmaları ve politikaları da doğrudan etkileyecek ve devlet varlığını devam ettirme konusunda zorlanacaktır. Güvenliği sağlamak, devletin asli ve birinci derece görevleri arasında gelir. Dolayısıyla güvenliği sağlamadan diğer işlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün değildir. Bu nedenle iç güvenliğin sağlanmasında rolü olan bütün kurum ve kuruluşların çok iyi koordine edilmesi ve iş birliği içerisinde olmaları gerekmektedir.[19]
Ülkemiz sınırları içerisinde genel emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin bozulmaması için önlemler alma, suç ve suçluları tespit ederek yakalama ve yargı organlarına sevk etme görevlerinin yasalarca verildiği teşkilatlar genel kolluk kuvvetleri olarak tanımlanmaktadır[20]. Türkiye'de iç güvenlik yani kamu düzeninin korunması ve kamu güvenliğinin sağlanması görevleri, İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak görev yapan emniyet, jandarma ve sahil güvenlik teşkilatları tarafından yürütülmektedir. Ayrıca belli bir hizmet alanında görevli Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü ile Orman Muhafaza Müdürlüğü de kolluk yetkisine sahip bir kuruluştur. Türkiye çoklu kolluk yapılanmasını Fransa’nın etkisiyle 1850’li yıllarda benimsemiştir. Jandarma ve sahil güvenlik askeri yönü ağır basan kolluk birimleridir. Ancak toplumdaki algılanmaları daha çok askeri yönleriyle olduğundan Türkiye’de kolluk hizmetlerinde ilk akla gelen polis teşkilatıdır.[21] Polis her açıdan İçişleri Bakanlığı’na bağlıdır.
15 Temmuz 2016 öncesi Jandarma ve Sahil Güvenlik kolluk açısından İçişleri Bakanlığına, askeri ve idari (özlük, atama, terfi vb.) açılardan Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlıydılar. Bu durum demokrasi karşıtı ve darbe yanlısı güçler için devamlı olarak sivil iradeye bağlı olan polise karşı alternatif bir güç olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Darbe gecesi Jandarma Genel Komutanlığı'na giden Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanı Turgut Aslan'ın, korumasıyla rehin alınarak bodrum katta başlarından vurulmuşlar koruması şehit olmuş, kendisi de ağır yaralı olarak kurtarılmıştır. Cumhurbaşkanımız, kendisini tedavi olduğu hastanede ziyaret etmiştir.[22]
Sahil Güvenlik Komutanlığı, hizmet yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı silahlı bir kuvvettir. Ülkemizin bütün sahillerinde, iç suları olan Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında, liman ve körfezlerinde, karasularında, münhasır ekonomik bölgesi ile ulusal ve uluslararası hukuk kuralları uyarınca egemenlik ve denetimimiz altında bulunan tüm deniz alanlarında faaliyetini sürdürmektedir. Denizlerimizde genel kolluk kuvveti olarak görev ve yetkilere sahip olan Sahil Güvenlik Komutanlığı 2692 sayılı yasa ile teşkilatlandırılarak görevleri tanımlanmıştır.[23]
Diğer güvenlikle ilgili birimler arasında; iç ve dış istihbarat faaliyetlerinden birinci derecede sorumlu bir kuruluş olarak ülke genelinde faaliyetlerini yürütmekle görevli Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) bulunmaktadır. Ayrıca Milli Güvenlik Kurulu da devletin en üst seviyesinde güvenlik politikalarının ve hedeflerinin belirlendiği istişarî bir kurum olarak devlet sistemi içerisinde yerini almaktadır.[24]
Bu kurumlardan polis sivil bir görünüm arz ederken jandarma ve sahil güvenlik yarı askeri yarı sivil bir görünüm arz etmektedir. Ayrıca bu iki kurumun asayiş ve güvenlik hizmetleri dışında diğer yönlerden Genelkurmay Başkanlığına bağlı olması iç güvenlik yönetiminde çok başlılığı doğurmaktadır. Bu sivil iktidar üzerindeki militer vesayetçi görüntü Türkiye'nin hem AB sürecinde hem de uluslararası ilişkilerinde oldukça başını ağrıtmaktadır.[25]
Özel kolluk; genel kolluk kuvvetleri dışında kalan ve kendi özel kanunlarının koyduğu esaslar dâhilinde kurulup, bu kanunlarda belirlenen görevleri yapan kuruluşlardır. Özel kolluk güçlerine kendi hizmet sahalarında güvenliği sağlamak amacıyla yasalarla silah taşıma ve kullanma yetkisi de verilmiştir. Ülkemizde faaliyet gösteren başlıca özel kolluk kuruluşları aşağıda sıralanmıştır: Belediye Zabıtası, Liman Zabıtası, Orman Muhafaza, Gümrük Muhafaza ve 5188 sayılı kanuna göre kurulan Özel Güvenlik Teşkilatları. Yardımcı Kolluk; genel ve özel kolluk görevlilerinin bulunmadığı zamanlarda kolluk görevini ifa eden kişi ve kuruluşlardır. Özellikle genel kolluk kuvvetlerine yardımcı olan bu kolluk kişi ve kuruluşlarına örnek olarak; Çarşı ve Mahalle Bekçileri, Köy Muhtarları, Köy Korucuları, Çiftçi Mallarını Koruma Bekçileri, Kır Bekçileri, Gemi Kaptanları verilebilir.[26] 5188 sayılı kanuna göre kurulan Özel Güvenlik Teşkilatları eğitimi, hizmet satın alınması, hizmet satması, alarm merkezleri ve özel güvenliğe ihtiyacın olup olmadığının belirlenmesi gibi konular itibariyle özel bir konudur. Özel güvenliğin hizmet vereceği alan ve görevlilerin yetkilerinin bu alanla sınırlı kalması itibariyle de yerel bir konudur.
4. BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyeti hakkında onlarca kitap yazılmıştır. En başta kendisi hayatta iken hazırlanan “Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi Tarihçe-i Hayatı” isimli kitap gelir. Ayrıca Necmeddin Şahiner’in “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi” araştırması ve Prof. Dr. Şerif Mardin tarafından hazırlanan “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” en çok bilinen tek ciltlik örneklerdendir. Bu konudaki çalışmaların bazıları ciltlerle ifade edilmektedir. Mesela, talebelerinden Abdulkadir Badıllı’nın “Müfassal Tarihçe-i Hayat” üç cilttir. Hollanda Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ahmet Akgündüzü’ün hazırlamış olduğu “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman ve İlmi Şahsiyeti” isimli çalışma altı ciltten oluşmaktadır. Bu araştırma içerisinde bir alt başlıkta bu konuda kısa bir bilgi vermeyi faydalı gördük. Bu nedenle fazla ayrıntıya girmeden Bediüzzaman Afyon hapsinde mevkuf (tutuklu) iken kendi izni ile avukatları tarafından kaleme alınarak başlıkta belirtilen makamlara gönderilen yazıyı alıntı yapıyoruz:
BAŞBAKANLIĞA, ADLİYE BAKANLIĞINA, DÂHİLİYE BAKANLIĞINA
Hürriyet ilânını, Birinci Harb-i Umumîyi, mütareke zamanlarını, Millî Hükûmetin ilk teşekkülünü ve Cumhuriyet zamanını birden derkeden bütün hükûmet ricali, beni pek iyi tanırlar. Bununla beraber, müsaadenizle hayatıma bir sinema şeridi gibi sizinle beraber göz gezdirelim.
Bitlis vilayetine tâbi Nurs köyünde doğan ben; talebe hayatımda rastgelen âlimlerle mücadele ederek, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inayet-i İlahiye ile mağlub ede ede İstanbul'a kadar geldim. İstanbul'da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederek nihayet rakiblerimin ifsadatıyla merhum Sultan Abdülhamid'in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilânıyla ve "31 Mart Vak'ası"ndaki hizmetlerimle "İttihad ve Terakki" hükûmetinin nazar-ı dikkatini celbettim. Câmi-ül Ezher gibi "Medreset-üz Zehra" namında bir İslâm üniversitesinin Van'da açılması teklifi ile karşılaştım. Hattâ temelini attım. Birinci harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas cephesinde, Bitlis'te esir düştüm. Esaretten kurtularak İstanbul'a geldim. "Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye"ye a'za oldum. Mütareke zamanında, istila kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul'da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti üzerine, yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van'da üniversite açmak teklifi tekrarlandı.
Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre Eski Said'i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli Yeni Said olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul'un Yûşâ Tepesi'ne çekildim. Daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım. Ruhî ve vicdanî hazzımla başbaşa kaldım. اَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَ السَّيَاسَةِ yani “Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım" düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım. Ve Kur'an-ı Azîmüşşan'ın tedkik ve mütalaasıyla vakit geçirerek "Yeni Said" olarak yaşamağa başladım. Fakat kaderin cilveleri, beni menfî [Sürgün] olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur'an-ı Kerim'in feyzinden kalbime doğan füyuzatı yanımdaki kimselere yazdırarak bir takım risaleler vücuda geldi. Bu risalelerin heyet-i mecmuasına "Risâle-i Nur" ismini verdim. Hakikaten Kur'anın nuruna istinad edildiği için, bu isim vicdanımdan doğmuş. Bunun ilham-ı İlahî olduğuna bütün îmanımla kaniim ve bunları istinsah edenlere "Bârekâllah" dedim. Çünki, îman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktu. Bu risalelerim, bir takım îman sahibleri tarafından birbirinden alınarak istinsah edildi. Bana böyle bir kanaat verdi ki, müslümanların zedelenen îmanlarını takviye için bir sevk-i İlahîdir. Bu sevk-i İlahîye hiç bir sahib-i îman mani olamayacağı gibi, teşvike de dinen mecbur bulunduğumu hissettim. Zâten bugüne kadar yüzotuzu bulan bu risaleler tamamen âhiret ve îman bahislerine ait olup, siyasetten ve dünyadan kasdî olarak bahsetmez. Buna rağmen bir takım fırsat düşkünlerinin de iştigal mevzuu oldu. Üzerinde tetkikat yapılarak Eskişehir, Kastamonu, Denizli'de tevkif edildim; muhakemeler oldu. Neticede hakikat tecelli etti, adalet yerini buldu. Fakat bu düşkünler bir türlü usanmadılar. Bu defa da beni tevkif ederek Afyon'a getirmişlerdir. Mevkufum, isticvab altındayım. Bana şunları isnad ediyorlar:
1- Sen siyasî bir cem'iyet kurmuşsun.
2- Sen rejime aykırı fikirler neşrediyorsun.
3- Siyasî bir gaye peşindesin.
Bunların esbab-ı mûcibe ve delilleri de, risalelerimin iki-üçünden on-onbeş cümleleridir. Sayın bakan!. Napolyon'un dediği gibi, "Bana tevili kabil olmayan bir cümle getiriniz, sizi onunla idam edeyim." Beşerin ağzından çıkan hangi cümle vardır ki, tevillerle cürüm ve suç teşkil etmesin. Bilhassa benim gibi yetmişbeş yaşına varmış ve bütün dünya hayatından elini çekmiş, sırf âhiret hayatına hasr-ı hayat etmiş bir adamın yazıları elbette serbest olacaktır. Hüsn-ü niyete makrun olduğu için pervasız olacaktır. Bunları tedkikle altında cürüm aramak insafsızlıktır. Başka birşey değildir. Binaenaleyh, bu yüzotuz risalemden hiç birisinde dünya işini alâkalandıran bir maksad yoktur. Hepsi Kur'an nurundan iktibas edilen âhiret ve îmana taalluk eder. Ne siyasî ve ne de dünyevî hiç bir gaye ve maksad yoktur. Nitekim hangi mahkeme işe başlamış ise, aynı kanaatla beraet kararını vermiştir. Binaenaleyh lüzumsuz mahkemeleri işgal etmek ve masum îman sahiblerini işlerinden güçlerinden alıkoymak, vatan ve millet namına yazıktır. Eski Said bütün hayatını vatan ve milletin saadeti uğrunda sarfetmişken, bütün bütün dünyadan el çekmiş, yetmişbeş yaşına gelmiş Yeni Said, nasıl olur da siyasetle iştigal eder. Buna tamamen siz de kanisiniz.
Birtek Gayem Vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâm’ın îman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri îmansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları îmana davet ediyorum. Bu îmansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşâallah Allah huzuruna girmek istiyorum, bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun! Bu îman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin îmanına, Allah'ın birliğine hizmet edeyim.
Mevkuf
Said Nursî
5. BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ’NİN HAYATINDA MÜSBET HAREKET
Said Nursi bir ömür boyu müsbet hareket etmeyi kendine düstur edinmiş ve nur talebelerini “emniyet ve âsayişin fahrî manevi muhafızları”[27] olarak görmüştür. Bu düsturun sonucu olarak da her türlü menfinin karşısında bulunmuştur. Bu başlık altında kendi hayatından örnekler verilerek bu düşünceler desteklenmeye çalışılmıştır.
5.1. 31 Mart 1908 Olaylarına Katılmayıp Yatıştırıcı Rol Oynaması
31 Mart 1908 olayları yıllarca üzerinde tartışmalar yapılan bir tarihi araştırma konusudur. Yıllarca bu hareket irticaî gerici bir hareket olarak sunuldu. Belirli çevreler Said Nursi’yi de bu hareketin içinde göstermek istediler. Ama gerçekler ortaya çıktıkça bu çevrelerin gayretleri boşa gitmiştir. Said Nursi daha o denemin sıkıyönetim mahkemesi olan Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanmıştır. Bu mahkemede yapmış olduğu müdafaalar neticesinde suçsuz bulunarak beraat etmiştir. Burada ayrıntıdan ziyade davranış ve duruş belirteceğiz. Bu nedenle kısa alıntılarla iktifa edeceğiz.
Nihayet menhus Otuz Bir Mart hâdisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan on beş kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar:
-Sen de şeriat istemişsin?...
Bediüzzaman cevab verir:
-Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!
Bediüzzaman'ın divan-ı harbdeki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tâbedilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmet'e kadar arkasında kalabalık bir halk kütlesi mevcud olduğu halde: "Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!" nidalariyle ilerlemiştir.[28]
Bu müdafaalarını daha sonra Cumhuriyet döneminde de ayrı bir eser halinde yayımlamıştır.[29] Divan-ı Harb'deki müdafaasının bir kısmı tarihçe-i hayatta yazılmıştır.
Kaç defa, büyük içtimalarda heyecanları hissettim korktum ki, âvam-ı nâs, siyasete karışmakla asayişi ihlâl etsinler. Türkçeyi yeni öğrenen köylü bir talebenin lisanına yakışacak lâfızlarla, heyecanı teskin ettim. Ezcümle, Bayezid'de talebenin içtimaında ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetiştim; bir derece heyecanı teskin ettim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı…[30]
Yukarıdaki alıntılarda görüldüğü gibi Said Nursi, hak ve doğru bildiğini söylemekten çekinmemiştir. Şeriatın yani İslam’ın bir hakikatine bin ruhu olsa feda etmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Ancak İslamı istemenin yolunun ihtilal olmadığını belirtmiştir. Sıradan insanların siyasete karışarak asayişi ihlal etmelerinin korkulacak bir durum olduğunu da ifade etmektedir.
5.2. Şeyh Said İsyanına Katılmayıp İsyandan Vazgeçirmeye Çalışması ve
Van’dan Sürgün Sırasında Halkı Teskin Etmesi
Şeyh Said İsyanı da yakın tarihimiz açısından tartışmalı konulardan birisidir. Yıllarca belirli çevreler Şeyh Said ve Said Nursi’yi bir biri ile karıştırdılar. Said Nursi’yi de isyanla bağlantılı gösterdiler. Oysa bu isyana karışmadığı gibi, katılanları da vazgeçirmek istemiştir. Yine durum tespiti açısından kısa alıntı yapıp ayrıntıya girmeyeceğiz.
Van'da mezkûr mağarada yaşamakta iken, şarkta ihtilal ve isyan hareketleri oluyor. "Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir" diyerek yardım isteyen bir zâtın mektubuna: "Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet'e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez, siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!" diye cevab gönderiyor. Fakat yine hükûmet, Bediüzzaman'ı Garbî Anadolu'ya nefyediyor.
Van'da mağaradan çıkarılıp Anadolu'ya hareket etmek üzere jandarmalarla sevkedilirken, yollara dökülüp "Aman efendi hazretleri bizi bırakıp gitme. Müsaade buyur sizi göndermeyelim. Arzu ederseniz Arabistan'a götürelim?" diye yalvaran silâhlı gruplara, ahaliye ve ileri gelen zâtlara: "Ben Anadolu'ya gideceğim, onları istiyorum." diyerek, hepsini teskin ediyor.[31]
5.3. Afyon Hapsinde Yönetimin Bayrak Provokasyonuna Gelmemesi Olayı
Müdürün Üstad'ın koğuşuna bayrak astırması[32]:
Afyon Hapishanesi Müdürü Mehmet Kayıhan, Bediüzzaman Said Nursî'nin hapishaneye getirilişini şöyle anlatıyor: "Ben eskiden Uşak'ta Savcılık Başkâtibi idim. Daha sonra müracaat ederek, Çorum Cezaevi Müdürlüğüne tayinimi çıkarttım. Sonra Balıkesir ve l947 senesinde de Afyon'a tayin edildim. Bu yıllarda Emirdağ'da oturan Bediüzzaman Sait Nursî isminde bir zat vardı. Bedüzzaman'ın din propagandası yaptığı hükûmetçe tesbit edildiği için, polis memuru Uşak'lı Sabri Banazlı'yı ve diğer arkadaşlarını sivil elbiselerle Emirdağ'a göndermişlerdi.
"Bir gün polis Sabri Banazlı cezaevine gelerek bana: 'Yakında sana, Bediüzzaman isminde birisini getireceğiz.' diye haber verdi. Daha sonra da Said Nursî'yi hapishaneye getirdiler." Mehmet Kayıhan'ın hatıralarının bu kısmında, insanın hatırına şöyle bir soru geliyor:
- Henüz ifadeleri alınmadan, mahkemeye sevkedilmeden, basit bir polis memurunun Bediüzzaman'ın hemen hapishaneye gireceğini haber vermesi nasıl izah edilebilir?
Tetkiklerimizin neticesinde vardığımız sonuç şudur: Artık son demlerini yaşayan Halk Partisi iktidarı can çekişmektedir. Giderayak, eziyet çektirecek bir masuma ihtiyacı vardır. Bu iş içinde gene yılların eskitemediği, zulümlerin yok edemediği Said Nursî seçilir... Basit maşalar da hazırdır.
Araştırmalarımız da Afyon Hapishanesi Müdürü Mehmet Kayıhan'ın bir Cumhuriyet Bayramında, Said Nursî'nin koğuşuna astırdığı bayrak hâdisesi enteresandır. Güya Bediüzzaman koğuşuna asılan bu bayrağı istemeyecek, reddedecek, yırtacak ve yırttıracak. Bizim Müdür Bey'in arzuladığı olay da böylece meydana gelecek.
O Bediüzzaman ki, o şanlı hilâl uğruna, Kafkas dağlarında, karlı Bitlis derelerinde, nice fedâi talebelerini fedâ etmişti. Rus kurşunlarına imanlı sinesini siper etmiş, o nazlı hilâl uğruna mübarek kanını seve seve akıtmıştı. Müdür Mehmet Kayıhan'ın koğuşuna bayrak astırması karşısında Bediüzzamanın tavrını kendinden dinleyelim:
Müdür Bey! Size teşekkür ederim ki, kurtuluş bayramının bayrağını koğuşuma taktırdınız. Harekât-ı milliyede İstanbul'da, İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı Sitte eserimi tab' ve neşrile belki bir fırka asker kadar hizmet ettiğimi Ankara bildi ki, Mustafa Kemal şifre ile iki defa beni Ankara'ya taltif için istedi. Hattâ demişti: "Bu kahraman hoca bize lâzımdır." DEMEK, BENİM BU BAYRAMDA BU BAYRAĞI TAKMAK HAKKIMDIR.[33]
5.4. Afyon Hapsinde Çıkan İsyana Nur Talebelerinin Karışmaması
Said Nursi, “müsbet hareket” anlayışını hapishaneye de yansıtmıştır. Çoğu kimseye ürkütücü ve soğuk gelen “hapishane” kelimesini, zihinde olumlu mana çağrıştıran, eğitim kurumu olam “medrese” kelimesi ile değiştirmiştir. Ona göre; Yusuf Aleyhisselâm mahpusların pîridir. Ve hapishane bir nevi Medrese-i Yusufiye olur. Madem Risâle-i Nur şâkirdleri bu medreseye giriyorlar. Risâle-i Nur'un hapse temas ve isbat ettiği bir kısım mes'elelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor.[34]
Said Nursi Afyon hapsinde iken hapiste isyan çıkmış ve hiçbir nur talebesi bu isyana karışmamıştır. Kendisi bir mektubunda bu hususu aşağıdaki gibi anlatmaktadır[35]:
Bu Medrese-i Yusufiye'nin nâzırına yazdım: Ben Rusya'da esir iken, en evvel Bolşevizm'in fırtınası hapishanelerden başladığı gibi, Fransız İhtilâl-i Kebiri dahi en evvel hapishanelerden ve tarihlerde serseri namıyla yâdedilen mahpuslardan çıkmasına binaen; biz Nur şakirdleri, hem Eskişehir, hem Denizli, hem burada mümkün oldukça mahpusların ıslahına çalıştık. Eskişehir ve Denizli'de tam faidesi görüldü. Burada daha ziyade faide olacak ki, bu nazik zaman ve zeminde Nur'un dersleriyle geçen fırtınacık (Bu Fırtına ise, Afyon hapsinde isyan çıktı hiç bir Nur talebesi karışmadı.) yüzden bire indi. Yoksa ihtilaftan ve böyle hâdiselerden istifade eden ve fırsat bekleyen haricî muzır cereyanlar, o baruta ateş atıp bir yangın çıkacaktı.
Osman Yüksel Serden geçti Said Nursi ve hapishane ilişkisini akıcı bir üslupla aşağıdaki gibi anlatmaktadır[36]:
O hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar onun sayesinde Medrese-i Yûsufiye oldu. Said Nur zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu îman âbidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halim selim mü'minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler… Sizin hangi mektebleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir?
5.5. Ramazan Oruç Tutarken ve Bayram Namazı Kılarken Türkiye Diyanet
Takvimine Göre Amel Etmesi
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 28 - 30 MAYIS 2016 tarihlerinde İstanbul’da toplanan, “Uluslararası Hicri Takvim Birliği Kongresi”nden İslam ülkeleri ve bütün dünya Müslümanları için büyük önem arz eden tek takvim uygulansın kararı çıktı. İslam dünyasında her Ramazan ve dini bayramlar sırasında tartışılan takvim meselesi bu yıl netliğe kavuşmuş görünüyor.[37]
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da toplanan, İslam ülkeleri ve bütün dünya Müslümanları için büyük önem arz eden "Uluslararası Hicri Takvim Birliği Kongresi"nden "tek takvim uygulansın" kararı çıktı.
Aralarında Türkiye, Suudi Arabistan, Malezya, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD, Katar, Fas, Mısır ve Ürdün'ün de bulunduğu 50'ye yakın ülkeden ilim adamları, astronomlar ve karar merciinde bulunan yetkililerin katıldığı kongrede, üç gün boyunca takvim birliği konusu alanında uzman kişiler tarafından enine boyuna tartışıldı.
İslam dünyasının büyük bir hasretle beklediği "takvim birliği" inşallah daim olur. Buna rağmen farklı uygulamalar da olmuyor değil. Geçmiş dönemlerde daha çok gündeme gelen farklı takvim uygulaması Bediüzzaman Said Nursi'nin döneminde de yaşanmıştı. Bu konuda "fitneye" dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri, Türkiye'deki takvime göre amel ettiğini belirtiyordu.
Talebesi Bayram Yüksel’in anlattığına göre Bediüzzaman Hazretleri "Oruçta ve bayramda takvime göre amel ederdi." Bayram Yüksel’in sözleri şöyle:
Üstadımız, Türkiye takvimine göre amel ederdi. Yeni yazı takvimden hatt-ı Kur'âniyeye çevirttirir, onu başucuna astırırdı. Şimdi olduğu gibi o zaman da Ramazan'da bazen bir gün evvel oruç tutanlar, bayram edenler olurdu. Üstadımıza söylerdik. O hiç ehemmiyet vermezdi. Hattâ birgün Tahirî Ağabey, 'Bugün Arabistan'da bayram' dediğinde Üstad, takvimi göstererek; “Kardeşim ben Türkiye'ye göre amel ediyorum” diye cevap verdi. Bilâhare bir dersinde, “Ben de öyle yaparsam, fitneye vesile olur” demişti.[38]
5.6. Zorla Şapka Giyilmesine Getirdiği Yorum İle Ülke Asayişine Katkısı
Şapka Kanunu 25 Kasım 1925’te TBMM tarafından kabul edilmiştir. Uygulamada halktan karşılan tepki sonucunda İstiklal Mahkemeleri devreye konularak tepkiler fazla büyümeden bastırılmıştır. Osmanlının son zamanlarında Said Nursi Ahirzamanla ilgili hadisleri yorumlarken şapka konusuna da değinmiştir. Onun yorum şekli şapka yüzünden çıkabilecek iç karışıklıkları önleyici niteliktedir diyebiliriz. Kendisine Afyon hapsi iddianamesinde bu konu da sorulmuştur. Yapmış olduğu müdafaalardan ilgili kısmı kısaca aktarıyoruz:
* Üç mahkemede ondan beraet kazandığımız ve kırk sene evvel bir hadîsin hârika te'vilini beyan ederken, cin ve insin Şeyhü'l-İslâm'ı Zembilli Ali Efendi'nin "Şapkayı şaka ile dahi başa koymağa hiç bir cevaz yok." demesiyle beraber bütün şeyhülislâmlar ve bütün ulema-i İslâm cevazına müsaade etmedikleri halde, avâm-ı ehl-i iman onu giymeğe mecbur olduğu zaman, o büyük allâmelerin adem-i müsaadeleri ile, onlar tehlikede... (Yani: Ya dinini bırakmak, ya isyan etmek vaziyetinde iken) kırk sene evvel Beşinci Şuâ'ın bir fıkrası: "Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek! Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşâallah müslüman edecek." demesiyle avâm-ı ehl-i imanı hem isyan ve ihtilâlden, hem ihtiyarıyla imanını ve dinini bırakmaktan kurtardığı…[39]
Bu yorum neticesinde uzun süre Anadolu insanı hem devlete isyan etmemiş oldu. Aynı zamanda imanından da vazgeçmeyerek, namaz kılacağı zaman şapkanın ön kısmını geri çevirerek namaz takkesi gibi kullanıp secdeye götürmüştür.
6. RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDA MÜSBET HAREKET
Said Nursi, Risale-i Nuru bir eserinde “netice-i hayatım ve sebeb-i saadetim ve vazife-i fıtratım”[40] şeklinde tavsif etmektedir. Bu açıdan Said Nursi’nin hayatı ve Risale-i Nur bir birlerini destekler niteliktedir. Aralarında çelişki ve zıtlık bulunmamaktadır. Bu nedenle bu başlık altında verilen bilgiler bir önceki başlıkta verilen bilgilerin devamı veya tamamlayıcısı olarak değerlendirilebilir. Bu başlık altında asayişin ehemmiyeti, nur talebelerinin manevi asayiş memurları olması, Said Nursi’nin Ölümünden sonrası için tavsiyeleri ve talebelerinin tutumlarına değinilmiştir.
6.1. Asayişin Ehemmiyeti
Bu alt başlıkta Risale-i Nur Külliyatında belki onlarca farklı yerlerde geçen asayiş ve asayişi çağrıştıran kavramların bir kısmını kısaca sunacağız. Bundan maksadımız, gerçek anlamda bu külliyatı okuyup, kabul edip benimseyen kimselerin asayişi bozucu kimseler olamayacağı, aksine asayişin sağlanması için katkıda bulunan insanlar olacağıdır. Dolayısı ile bu kitapları bulunduran, okuyor görünen kimselerin asayişe muhalif tutum ve davranışları o kişilerin şahsi kusurlarıdır. Risale-i Nur Külliyatını okuyan diğer insanları bağlamaz. Bir hukuk devletinde “suçların şahsiliği ilkesi” de bunu gerektirir. Seçmiş olduğumuz örnek metinleri kısaca arz ediyoruz:
* Kur'ân-ı Hakîm'in sırr-ı hakikatıyla ve i'cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur'un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedîsinden iman-ı tahkîkî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.[41]
* Evet, biz bir cemaatız. Hedefimiz ve programımız; evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur'un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır...[42]
* Bu milletin âsâyişine, hususan mâsum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım...[43]
* Ben elli-altmış senedir küfr-ü mutlaka karşı îmana hizmet etmek ve küfr-ü mutlakın neticesi olan anarşilikten milleti kurtarmak için bütün kuvvetimle îman hizmetindeki ihlâsın neticesi olan âsâyişi muhafaza ile, bir câni yüzünden on mâsumu zulümden kurtarmak için rahatımı, şerefimi, haysiyetimi hattâ lüzum olsa hayatımı feda etmekle, herbir tazyikata, mânasız, lüzumsuz şeylere karşı sabır ve tahammül ettim.[44]
* Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; âsâyiş, idâre lehinde, sabır ve tahammüle karar verdim.[45]
*"Benim yüz ruhum olsa âsâyişe feda ediyorum."
Onun için ( لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى) kanun-u esasiyesiyle; beş cani yüzünden doksan masuma zarar gelmemek, bir cani yüzünden on mâsum çoluk-çocuk, peder ve validelerine zulüm gelmemek için, Risale-i Nur iman hizmetiyle beraber âsâyişi tamamıyla te’min edip herkesin kalbinde fenalığa karşı bir yasakçı bırakıyor.[46]
* Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Âsâyişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatlar itibariyle bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.[47]
* İşte bunu, size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki; yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan mâsuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dahildeki emniyet ve âsâyişi muhafaza etmek i&